Arap dili ve medeniyet yolumuzun yeniden başlaması

  • 12/21/2021
  • 00:00
  • 1
  • 0
  • 0
news-picture

Prens Hasan bin Tallal Dil, manevi ve kültürel bağlamında, Allahın insana bahşettiği ve onu melekler ve diğer varlıklardan ayıran en büyük armağanlardan biridir. Allahu Teala yüce Kur’an-ı Kerim’de bu konu hakkında şöyle buyuruyor: “Ve Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra bunları meleklere gösterip ‘Sözünüzde doğru iseniz şunların isimlerini bana söyleyin’ dedi.” (Bakara-31) Allah insana, duyuları, zihni ve vicdanında beliren anlamlara göre isim öğrenme ve nesnelere isim bulma yeteneği bahşetmiştir. İnsan, düşüncelerini, duygularını ve deneyimlerini ifade etme, tercüme etme ve başkalarına aktarma yeteneğine sahip tek varlıktır. Bu, Rahmânın insana bahşettiği şerefin tecellilerinden biridir. Allahu Teala bunu Rahman suresinin 1-4. ayetlerinde “Kur’an’ı Rahmân öğretti. İnsanı O yarattı. Ona anlama ve anlatmayı öğretti” buyurdu. Allah her canlı türü için bir dil yarattığı gibi her bir için de bir doğa kanunu yaratmıştır. Her ulusun insanlarını ve dillerini birbirinden farklı yaratmasının hikmeti konusunda Rahman, Rûm Suresi 22.ayette “Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır” buyurmuştur. Bazı filozoflar insanın dilin dışında düşünemeyeceğini savunmuş, bazıları da düşünce ile dil arasında ‘düşünce dili yapar, dil de düşünceyi yapar’ şeklinde diyalektik bir ilişki olduğunu savunmuştur. Bu, düşüncenin eylemsizliğinin dilin büyümesini ve gelişmesini engellediği anlamına gelir. Her dil, halkının endişelerini, insanlığını, entelektüel beklentilerini ve istikrarlı özgürlüklerini ifade etmek için gelişmelidir. Fikirlerin gelişimini anlamak veya duyguları ifade etmek açısından tüm diller aynı mesafede değildir. Burada en yaratıcı ve yüce dillerin, insanın hassas duygularını ve karmaşık düşüncelerini ifade eden diller olduğu söylenebilir. Burada, Arap dilinin benzersizliğini ve Yüce Allahın bu dili apaçık ilahi vahiy için bir rahim ve alemlere vereceği son mesajı için bir beşik olarak seçmesinin arkasındaki nedeni anlıyoruz. Diğer dilleri bilmek ve hâkim olmak, anadilimizin değerine veya mekanın yüksekliğine dair farkındalığımızı tehdit etmez. Başka ulusların dillerini öğrenmenin önemi ‘Her kim bir toplumun dilini öğrenirse onların kötülük ve şerrinden emin olur’ ifadesiyle sınırlı değildir. Buna olan ihtiyacımız, başkalarının deneyimlerinden öğrenmek ve çeşitli alanlarda ortaya çıkan bilgileri araştırma yönündeki devam eden uygarlık ihtiyaçlarımızdan kaynaklanmaktadır. Burada Arap Edebiyatı’nın önde gelen isimlerinden Dr. Taha Hüseyin’in Lahazat (Anılar) isimli kitabından bahsetmek istiyorum. Hüseyin, bu kitabı Doğu ve Batı arasında bir birleşme durumuna ulaşmanın bir yolu olarak niteliyor. Dr. Hüseyin, bu kitapta gençliğinde Batıdaki yazarlar ve Doğudaki okuyucular arasında yaşadığı edebi anlardan bahsetti. Taha Hüseyin, bu kitaba okuyucular tarafından anlayışla yaklaşılırsa, Arap ve Batı dünyası halkları arasında sevgi ve anlayışın yayılmasına yol açacağına inanıyordu. Kur’an-ı Kerim, Arap diline yani bir ruh vermiş ve ona ölümsüzlük kazandırmıştır. Arap dilinin korunması, Allahu Teala’nın kitabını koruma vaadinin bir sonucuydu. Arap dilini anlamadan ve açıklama yöntemleri incelenmeden, Kur’an’ı ve anlamlarını idrak edebilmenin imkanı yoktur. Böylece Arapların yaşadığı tüm sıkıntı ve krizlere rağmen Arap dili varlığını ve güzelliğinin cazibesini hala korumaktadır. Kur’an-ı Kerim, söylem ve eylem arasında herhangi bir farklılık olmaksızın retorik, iyi amel ve davranış arasındaki uyumun gerekliliğini teşvik eder. Allahu Tela bu konuyla ilgili Saff Suresi 2-3.ayetlerde “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir gazapla karşılanır” buyurmuştur. Arap dili bir dilden daha fazlasıdır, Arapların vicdanı ve aklı, düşüncelerinin ve hafızalarının deposudur. Bugün ve geçmişteki halklarını birbirine bağlayan birleştirici bağdır. Arapça sadece bir şiir, edebiyat ve din dili olmayıp, Me’mun devrinde tercüme hareketinin başlaması ve Beytu’l Hikme’nin kurulmasından itibaren felsefe ve bilim dili haline gelmiş ve Yunan, Fars ve Hint kültürüne açılmıştır. İslam, Arap dilinin korunmasına ve dünya yollarına açılmasına katkıda bulunmuştur. İslam, Arapçayı İslamı sevdikleri kadar seven büyük halkları kendine çekmiştir. Tıpkı İbn Sina, el-Farabi, el-Biruni, el-Buhari, Müslim, el-Buhari, Tirmizi ve başka alimler gibi ilimlerini bu dilde kaleme aldılar. Şiirler yazıp, edebiyat, tıp, fıkıh, felsefe, astronomi ve matematik üzerine geniş çaplı eserler oluşturdular. Arap dilinin sorunu, geliştirilememesi değil, bazı evlatlarının sahip olduğu basmakalıp fikirler ve ‘bilmiyorum’ cevabından sonra sorunun alevini hissetmemeleridir. Polonyalı şair Wislawa Szymborska’nın Nobel Edebiyat Ödülü’nü alırken yaptığı konuşmada şu ifadeleri kullanmıştı: “Bimiyorum, iki kanatlı bir kelimedir. Newton, kendi kendine ‘bilmiyorum’ demeseydi, en iyi ihtimalle elmayı alır ve yerdi.” Arapça her zaman dinin, dünyanın, kültürün ve düşüncenin dili olmuştur. Aynı zamanda vicdan sahibi insanların ilk buluşma noktasıdır. Rusafi’nin dediği gibi “Bizi büyük faktörler bir araya getiriyor. Bunların başında dillerin sultanı geliyor.” Arap ve Arap olmayan toplumların yaşadığı medeniyet krizinin doğasını ve bunun bir iletişim aracı olarak Arap dilini zayıflatması üzerindeki etkisini çok iyi anlamalıyız. Arapça, Birleşmiş Milletler tarafından resmi bir dil olarak kabul edildiğinden, Arap toplumlarındaki niteliksel mirası yurtiçinde ve yurtdışında korumak ve çağdaş toplumlarda mirası ve Arap dilini koruyan eğitim sistemleri, yasalar ve mevzuat geliştirmek için çabalar iki katına çıkarılmalıdır. Küresel düzeyde, Arap dilinin dünya kültür ve edebiyatındaki varlığını güçlendirmek ve küresel araştırma ağındaki Arap bilgisinin varlığını yoğunlaştırmak için çalışmalar yapılmalıdır. Halkların kalkınışı, kendilerine güvenmeleri, dillerine sımsıkı sarılmaları, bilgi ve görgü kurallarını geliştirmeye çalıştıkları ve evlatlarının çabalarını birleştirdikleri zaman başlar. Burada Arapların, Müslümanların ve Hıristiyanların modern Arap rönesansı döneminde Arap dilinin ve ilimlerinin ilerlemesi için Arapça eğitim kurumları kurmaya ve gazete ve dergiler yayınlamaya çalıştıklarına, yaratıcılıklarını rönesans projelerinde Arap dilinin merkeziliğine olan derin inançlarından aldıklarına işaret etmek gerekir. Öte yandan çağdaş tarih boyunca kanaatlerini ifade etmek ve vicdanlarını rahat tutmak için görüşlerinin bedelini ödeyenleri de unutmamalıyız. Yeni yıla yaklaştığımız bugünlerde, bizi çevreleyen tüm zorluklara rağmen, bu ulusun bileşenlerine ve toplumlarımızı geliştiren, bizi medeni yolumuza devam etmeye iten daha iyi bir gelecek yaratma yeteneğine inanmalı ve güvenmeliyiz. *Bu makale Şarku’l Avsat tarafından alarab.co.uk çevrilmiştir.

مشاركة :