Ukrayna: Moskova ve Batı ittifakı için gerçekler ve bakış açıları

  • 2/27/2022
  • 00:00
  • 5
  • 0
  • 0
news-picture

Amerikan sivil haklar savunucusu Martin Luther King, Jr.ın şu sözü ne kadar anlamlı; “Tarihi biz değil, tarih bizi yaratır.” En büyükler bile içinde büyüdükleri çevrenin, onları çevreleyen ideallerin, yaşamlarına hükmeden çıkarların, onları çevreleyen şeylere bakış açılarını cilalayan hırs ve korkuların bir ürünü olarak kalırlar. Bir kişinin- ayrıca toplumun- yetenekleri, çevreden etkilenme boyutuna ve onunla etkileşimde bulunma başarısına göre değişse de bir birey, hareket veya fikri akımdan sonsuza kadar etkilenmeyecek kadar güçlü ve büyük kalan nesnel gerçekler vardır. Mevcut Ukrayna krizinin merkezinde, kendimizi Vladimir Putinden önce var olan ve ondan sonra da var olacak bir dizi nesnel gerçekle karşı karşıya buluyoruz. Bu, elbette, hesaplarda intihara götürecek bir yanlış yapılmadığı, “acıya dayanma gücünü test etme” savaşı "sıfır seçenek" savaşına kaymadığı sürece geçerli. Kimilerini şaşırtan kimilerini şaşırtmayan Rusya’nın Ukrayna işgalinin dördüncü gününde, her dilde dolaşan ve akla gelen ilk sorunun Ukrayna ve Avrupa sahnesindeki olayların sonuçları ve etki alanı hakkında olması oldukça doğal. Bununla bağlantılı ikinci soru ise, daha uzak sonuçlar yani Ukrayna olaylarının gidişatına bağlı olarak küresel açıdan gelişebileceklerle ilgili. Siyasette bazen siyasi ve askeri çatışmalarda en önemli faktör olan ‘maliyet’i unutuyoruz. Vladimir Putinin tarih ve çıkar okumaları onu çatışma ve toprak koparma seçiminde daha da ileri gitmeye mi itecek? Ukraynada, maliyet faktörünün Vladimir Putinin tarihsel ve amaca yönelik okumalarının onu daha fazla gerilim ve çatışma seçimine mi iteceğine ya da ona iki taraf arasında manevraya dayalı daha pragmatik ve uzlaştırıcı bir yaklaşım mı empoze edeceğini belirleyeceğine bahse girenler var. Gerginliği sürdürmek, iktidar mesajının etkinliği ile geçici olarak tatmin olmak ve egemenliği garanti eden “sahada gerçeklik” yaratmak arasında manevra yapmaya dayalı uzlaştırıcı bir yol. Ancak kendisine yönelik bir darbeyi haklı çıkaracak aşırı provokasyon olmadan. Güncel veriler ışığında ve son dört gündeki gelişmelere dayanarak gözlemciler için şunlar netlik kazandı: Birincisi, Rusya Devlet Başkanı sınırlarda ve özellikle de doğu Ukraynada yoğun “Rus sadakatli” hassas bölgelerde “güç gösterisi yapmayı” seçtiğinde, manevra yapmıyordu. İkincisi, Batının -şimdiye kadar pasif olan- tepkisi beklendikti. Bilhassa Batı’nın ister Ukrayna’yı NATO’ya alarak Rusyayı alenen kışkırtmaktan kaçınması, isterse İran ve Afganistan bir yana, Rusyanın Ukraynadaki Kırım dahil eski Sovyetler Birliği cumhuriyetlerindeki birçok bölgeyi kendi kanatları altına alması konusunda müphem ve geri çekilmeci politikaları olsun, Moskovanın son yıllarda aldığı sinyaller dikkate alındığında. Üçüncüsü, Rusyanın karşısındaki Batı kampı, aniden hafızasını geri kazanmış ve "Soğuk Savaş"taki yenilgisinin intikamını almak için harekete geçmiş gibi görünen Rus devi ile zorlu “bir arada yaşama” yolu konusunda, bazıları açık ve aleni, bazıları gizli derin bölünmelerden muzdarip. Dördüncüsü, yukarıdakilere ilave olarak, Washington ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler, Donald Trump yönetimi günlerine kıyasla son zamanlarda önemli bir iyileşmeye tanık olsa da Avrupa-Avrupa ilişkilerinin kendisi ideal olmaktan uzak. İngiltere, anlaşılabilir bir acının ortasında ABden ayrıldı. Aşırı sağcı güçler, geleneksel ılımlı güçler pahasına birçok Avrupa ülkesinde güç kazandı. Aşırılık yanlısı güçlerin etkisi bizzat ABD’de gerek sağ gerekse solda arttı. Avrupa ve ABD’de olsun pek çok kişi Moskovayı siber saldırılar ve özellikle “Kovid-19” pandemisinden sonra “komplo teorilerini” teşvik ederek sokağı kışkırtmak ve kurumları istikrarsızlaştırmak amacıyla aşırılık yanlısı güçlere destek vermekle suçluyor. Beşincisi, şu ana kadar birçok uluslararası gücün, her biri ile ayrı hesapları ve çıkarlarının olduğu iki taraf arasındaki çatışmaya müdahil olmaktan uzak durmayı tercih ettiği dikkatleri çekiyor. Dolayısıyla ya çıkarlarını tehlikeye atmamak için daha sonra “arabulucu” rolünü oynamaya meyletme ya da dostluğunun “tartışmasız” olmadığına, aksine, Rus ve Batılı tarafların şimdiye kadar görmezden gelmekte ısrar ettikleri hayati çıkarları bulunduğuna dair bir uyarı göndermek niyetinde. Batılı başkentler, Ukrayna silahlı kuvvetlerinin klasik bir meydan savaşında Rus kuvvetlerine karşı koyamayacağının zaten farkında. Burada siyasi önem ve ulusal bağlardan, toprağın doğasına kadar birçok nedenden dolayı bir "yıpratma savaşından" bahsederek, Ukrayna ve Afganistan örneklerini karşılaştırmak saçma olur. Buna ilaveten Ukraynanın iki ciddi zayıf noktası var; birincisi, nükleer silahlarından gönüllü olarak vazgeçtikten sonra nükleer caydırıcılığını kaybetmesi. İkincisi, Batı ittifakı üyesi olmadığı için “NATO” şemsiyesi altında yer almaması. Dolayısıyla bugün olduğu gibi saldırıya uğradığında NATO’nun onu savunmakla yükümlü olmaması. Bu gerçekler ışığında, Batı-Atlantik ittifakı ülkeleri, yoğun ekonomik yaptırımlara ve Moskova’ya bir yandan Rus işgal güçlerine sıkıntı vermek, diğer yandan Ukrayna sokağında ittifakın itibarını ve güvenilirliğini korumak umuduyla bir “silahlı halk direnişini” finanse etme, destekleme ve motive etme şantajı yapmaya yöneldi. Ancak bu seçenek, inatçı ve katı bir lider üzerinde ekonomik yaptırımların etkisinden şüphe duyanların belirttiği gibi büyük bir çifte risk taşıyor. Özellikle de bu liderin siyasi kimliğinin güvenlikçi yapısı, (Rusya ile Ukrayna arasında hiçbir ayrım yapmayan) Panslavizm inancı, onlarca yıl dünya egemenliğini paylaşmış totaliter bir güvenlik rejimindeki kariyer gelişimi ve bu egemenliğin kaybından duyduğu derin acıyla şekillenmiş olduğu göz önüne alınırsa. Bu tip bir kişilik söz konusu olduğunda “maliyet” korkusu üzerine bahis oynamak akıllıca olmayabilir. Bu noktada, Avrupa dışındaki birçok uluslararası aktörle yapıcı iletişim, onlara kulak vermek, Batının işgale tepkisini desteklemeyip, kendisine arka çıkmakta tereddüt etmelerinin nedenlerini anlamak başta olmak üzere, siyasi bir çözümü mümkün kılacak bakış açıları öne çıkıyor. Bu tarafların başında, şu ana kadar tarafsız kalmayı seçen ve BM Güvenlik Konseyinde veto hakkını kullanmaktan kaçınan hırslı ve çok hesaplı Çin devi geliyor. Sonra Çarlık-Sovyet-Putin imparatorluğunun tarihi "komşusu" olan, etnik kökenleri Rusyanın nüfuz alanlarının derinlerine kök salmış "Türk dünyasının" başını oluşturan Türkiye var. Keza alternatif enerji alanları ve yatırım pazarları oluşturan, İslam dünyası ve güney Akdeniz bölgesinde konum sahibi Arap dünyası – özellikle de Körfez ülkeleri – var. Batılı güçler tarafından bu aktörlerin görmezden gelinmesi akıllıca bir politika veya Avrupa anakarasını aşarak küresel istikrar denklemlerini etkileyebilecek, bilinmeyene açık yeni bir uluslararası düzenin işareti olabilecek bir krizden uygun bir çıkış yolu olmayacaktır.

مشاركة :