Çin-Sovyet ayrılığı ve üç kutuplu dünyanın ortaya çıkışı

  • 5/2/2022
  • 00:00
  • 1
  • 0
  • 0
news-picture

Ukraynanın kaderi her ne olursa olsun savaş halihazırda Çin, Amerika ve Rusyanın bir tür küresel güç üçgeni oluşturduğu üç kutuplu bir dünyada yaşadığımızı doğruladı. Kuşkusuz bu düzen geçmişte hakim olmuş çeşitli güç dengelerinin çoğundan daha istikrarlı değil ve gerçekten de işlerin ters gitmeye çok daha meyilli olduğu hissiyatı yaratıyor zira daha fazla "hareketli parça" ve birbirinin niyetini yanlış okuyacak daha fazla oyuncu var. Ancak dünyanın geleceği, tıpkı Ukraynada olduğu gibi, bu daha büyük üç süper gücün (ekonomik bir süper güç olarak AByle birlikte) kendilerini nasıl hizaladığına bağlı. Pratikte bu, kim, Amerika mı yoksa Rusya mı, Çinlileri kendi davasının yanında saf tutmaya ve kendi çıkarını korumaya ikna edebilecek anlamına geliyor. Eğer Çin, Rusyayı seçer ve otoriter-milliyetçi bir ittifak kurarak Hindistandaki Modi, Türkiyedeki Erdoğan, Suudi Arabistandaki Muhammed bin Selman ve Brezilyadaki Bolsonaro gibilerini dahil olmaya ikna ederse Ukrayna ve dünya barışı için başarı olasılıkları hakikaten iç karartıcı olacak. Eğer ABD Başkanı Biden bir şekilde Çinin ABD ve Avrupayla önceki üretken işbirliğini yeniden canlandırabilirse dünyanın izlediği yol kesinlikle daha mutlu, daha az saldırgan ve daha müreffeh olacak ve Çin, Putinin savaş makinesini finanse etmeyecek veya ona insansız hava aracı satmayacak. Durum muallakta ve böyleyken daha fazla savaş yaşanacak. Klişe bir ifadeyi kullanmak gerekirse bizimkinin kelimenin tam anlamıyla Orwellvari bir dünyaya dönüştüğü söylenebilir. Orwell, Bin Dokuz Yüz Seksen Dörtte üç süper güçten oluşan bir dünya tasavvur etti. Bunlar tanıdık bir his veren Okyanusya, Doğu Asya ve Avrasyaydı. Orwellin 1949da yazdığı gibi: "Dünyanın üç büyük süper devlete bölünmesi, 20. yüzyılın ortalarından önce öngörülebilecek ve gerçekten de öngörülen bir olaydı." Endişe verici bir şekilde sürekli değişen ittifaklarla savaş halindeydiler ve elbette kimse haberlere güvenemezdi... Daha geniş tarihi göz önüne alın. Büyük Savaştan (I. Dünya Savaşı) önce Avrupa kıtasında ortaya çıkan iki blok dünyaya hükmetti. Britanya, Fransa ve Rusyanın itilaf güçlerine karşı Almanya, Avusturya ve Türkiyenin üçlü ittifakı. Barışı korumakta başarısız olsa da iki kutuplu bir güç dengesiydi. İki savaş arasında Amerika izolasyoncu yaklaşıma döndü ve Rusya tek ülkede sosyalizmi inşa etmeyi seçti; ve Avrupa yine mihver ve müttefik devletlerinin oluşturduğu iki bloka bölündü. II. Dünya Savaşının ardından, özellikle de Britanya İmparatorluğunun Roosevelt, Stalin ve Churchillin olağanüstü ve bazen rahatsız edici liderliği altında savaşı kazanmış "Üç Büyük"teki üyelik statüsüne artık hakim olamadığı Süveyş Krizinden sonra açıkça iki kutuplu bir dünyada yaşadık. The Independentta yer alan makaleye göre söz konusu iki nükleer süper güç, nükleer caydırıcılık ve karşılıklı kesin yıkım doktrinleri yoluyla zaman zaman tehlikeli hale gelen bir güç dengesini korudu. Vietnam yağmur ormanlarından Angolanın çalılıklarına ve Afganistan dağlarına kadar ideoloji ve güç mücadeleleri taşeronlarca yürütüldü. 1962 Küba Füze Krizi, Rusların ve Amerikalıların doğrudan karşı karşıya gelme riski doğduğunda dünyadaki yaşamın karşılıklı termonükleer yıkımı korkusuyla savaşın önleneceğini kanıtladı. (NATOnun Ukrayna semalarındaki Rus pilotlara karşı doğrudan harekete geçmeye dair isteksizliği de aynı zihniyetin bir yansıması.) SSCBnin 1991de nüfusunun maddi özlemlerini yerine getirememesinin ağırlığı altında çökmesiyle (Vladimir Putin bunu aklında tut) Amerika, Soğuk Savaşı kazandı ve dünya tek kutuplu hale geldi. Çin kalabalıktı ve büyük bir ordusu vardı ama hepsi bu kadardı. Mao ancak 1972de dünyayla yeniden diplomatik ilişkiler kurmaya karar vermişti. Richard Nixonın yarım yüzyıl önceki ünlü ziyareti bugünün dışa dönük Çininin henüz başlangıcıydı. Diplomasiden sonra ekonomi geldi. Deng Şiaoping yönetiminde 1978de dünya ekonomisine tereddütlü biçimde yeniden katılan Çin, ağırlığını koymaya hazır değildi ve dış politika hedeflerine dayanak oluşturmak için sanayi üssü kurmakla (makul olarak) daha çok ilgileniyordu. Amerika 1990larda ve 2000lerde dünyayı epey kendisinin kıldı. Jacques Chirac gibi kıskanç Avrupalı liderler, George W. Bush kendisinin yeni dünya düzenini tek taraflı olarak uygulayıp, savaşlar açıp ve dilediği gibi rejim değişikliği peşinde koşarken sadece ateş püskürebildi. "Özel ilişkiyi" yönetmekte becerikli Tony Blair bile 2003te Britanyalılar veya BM istese de istemese de Amerikanın Irakı işgal edeceğine dair bilgilendirildi. Jacques Chirac, Vladimir Putin ve George W. Bush, Mayıs 2002deki NATO-Rusya zirvesinde (AFP) Şimdiyse güç dengesi yine değişti. Üç kutuplu bir sistemimiz var ancak üçgenin kenarları tabiri caizse eşkenardan ziyade çeşitkenar. Her anlamda çarpık bir üçgen. Rusya devasa bir nükleer mühimmata sahip ve bu, iyi örgütlenmemiş, kötü yönetilen, yetersiz donanıma sahip zorunlu askerlik esasına dayalı ordusundan (bu tarihinde sabit bir unsur) muhtemelen daha verimli çalışıyor. Ancak İtalyanınki büyüklüğünde bir ekonomiye sahip ve savunma bütçesi Birleşik Krallıkınkinden pek fazla değil. Rusya casuslukta, uzayda, kalitesiz malların seri üretiminde iyi ve imrenilecek doğal kaynaklara sahip ancak hepsi bu kadar. Teknolojik inovasyon açısından Amerikanın kuvvetli yönleri ve silahlı kuvvetlerinin salt büyüklüğüyle kapasitesine dair söze ne hacet; ancak Donald Trumpın belirttiği gibi, Amerikanın eski sanayi üssü, bir zamanlar coşkuyla kucakladığı küreselleşmeden, bilhassa da Çinle dengesiz ekonomik ilişkiden, ağır zarar gördü. Çinin zengin, devasa bir pazar olarak Amerikaya ihtiyacı var; Amerikanınsa daha fazla Çin malı satın almak için ona borç vermesi gerekiyor. Sokakta sendeleyerek ilerlerken birbirlerine yaslanan, bazen birbirlerinin finansal veya jeopolitik çıkarlarına takılan iki sarhoş devle karşılaştırıldılar. Çinin Avrupayla ilişkisi buna benziyor ancak daha dengeli. Çin, Sri Lankadan Yunanistana ve Jamaikaya kadar her yerde nüfuz ve güç satın alan son dönem küresel ekonomik imparatorluğun bir biçimi olarak devletin yönettiği kuşak ve yol girişimine sahip. Amerikanın Wall Street, Apple ve Disneyi var. Rusyanın petrol, kömür ve doğalgazı var. Yani elimizdeki üç süper gücün her birinin kuvvetli ve zayıf yönleri var, hiçbirinin gücü diğerlerini itip kakmaya yetmiyor. Bu arada Avrupa, ekonomik ve ticari alanlardakinden ayrı olarak, bu tabloda çok fazla anlam ifade etmiyor çünkü iyisiyle kötüsüyle hâlâ ayırt edilebilir bir dış politika ve güvenlik "kimliği" geliştirmedi. Birleşik Krallıkın girişimlerinin arkasındaki ABnin ekonomik ağırlığı olmadan profilinin ve nüfuzunun azalması gibi Brexit de AByi bu açıdan zayıflattı. Avrupa/Britanyanın 4. küresel güç olma fırsatını es geçmesi nihai sonuç oldu. Sri Lankadaki Port City için Çinin finanse ettiği bir proje. Bitmemiş Lotus Kulesinin başı yolsuzluk iddialarıyla belada (AFP) Alman politikasındaki pasifizmden yeniden silahlanmaya doğru çarpıcı eğilim bir şeyleri değiştirebilir ancak şimdilik Avrupanın güvenlik çıkarları süregelen Amerikan liderliği altındaki NATOya devredildi. İyi tarafından bakarsak NATO her bakımdan şu anda olduğu gibi nadiren daha hayati hale geldi ve eski ABD Başkanı Trumpın çekilme tehdidinin kabusu ortadan kalktı. Bu nedenle şimdilik Emmanuel Macronun tuhaf girişimi hariç Avrupa, Bidenın peşine takılmaya razı. Bu tuhaf troykada Amerika ve Rusya zaten ekonomik savaşa ve Doğu Avrupada sürtüşmelere bulaşmışken Çin neredeyse bir "salıncak devlet" gibi. O halde şu anda kısmen zayıflamış ve Rusyanın başarısızlığa mahkum savaşındaki şoke edici performansıyla kesintiye uğramış olsa da en endişe verici jeopolitik gelişme Rusyayla Çin arasındaki yakınlaşma. Şi Cinping ve Putin arasında şubatta Pekinde yapılan zirvedeki tebliğde ilişkilerinin "sınırsız" olduğu ilan edilmişti. Bu, Batıdaki herkesin kanını dondurması gereken bir ifadeydi. Sonrasında "bölgesel güvenliğe yönelik dış müdahale ve tehditlere etkili bir şekilde karşı koyma ve uluslararası stratejik istikrarı koruma" sözü verdiler. Bu, Amerikaya kendi etki alanlarından uzak durmasını söylemenin şifreli ifadesiydi. Hatta haberlere göre Putin, Ukrayna istilasını Çindeki Kış Olimpiyatları bitene kadar ertelemeyi kabul etti. Bu arada bu zamanlama Rusyanın silahlı kuvvetleri için pek de ideal olmayabilir; çok soğuk havayı hızla bataklıklı, çamurlu bir Ukrayna baharı takip etti. Putinin varsaydığı yıldırım zaferinde bunun bir önemi olmayacaktı; ancak Rusya Devlet Başkanının duraksayan seferi, kuvvetlerinin çıkmaza girmesi ve Ukraynalılara avantaj sağlaması anlamına geliyordu. Fotoğraf: AFP Şi ve Putinin çok fazla ortak noktası var, en azından yüzeysel olarak. Her ikisi de (az çok kibar ve açık bir şekilde) 21. yüzyılın hızla değişen zorluklarıyla başa çıkmanın zayıf ve pratik olmayan bir yolu olarak demokrasiyi reddediyor. (Faşistler ve Naziler hemen hemen aynı argümanı bir asırdan daha önce, çürümüş demokrasilerin modasının geçtiğini ve 20. yüzyılın modern sertliklerinden kurtulamayacaklarını düşündüklerinde kullandı.) Putin ve Şinin ikisi de rövanşist tipte milliyetçi. Tıpkı Putinin SSCB ve Çarlık Rusyasının coğrafi kapsamını yeniden inşa etmek istemesi gibi, Çin de Makao, Hong Kong, Müslüman Sincan, Tibet ve Tayvanı Pekin suretinde sağlamlaştırarak kalıba dökmek istiyor. Her ikisi de insan haklarını ve Batıdaki ilerici "aşırı duyarcı (woke)" değerleri küçümsüyor (Putin, "cinsiyet akışkanlığına" karşı özel bir korku besliyor). Özellikle Nazi Almanyası ve Japon İmparatorluğunun insanlık dışı işgalleri ve ABDnin Soğuk Savaştaki düşmanlığı gibi geçmişteki Batı müdahaleleri hakkında belirli bir (anlaşılabilir) paranoya ve aşağılık hissi duyan uluslara liderlik ediyorlar. Ancak ABDye uzun vadeli ve dostça yaklaşan Çin, Amerikanın kendisine sırtını döndüğünü ve hoşgörülü, uzlaşmacı politikasını tersine çevirdiğini fark ettiğinde daha çok yakınlaştılar. Trump epey tutarsız bir şekilde (Rusların kendisinin seçilmesini sağlamak için yaptıkları her şeye rağmen) her ikisinden de düşman yarattı ve birbirini izleyen Amerikalı ve Çinli liderlerin inşa ettiği onlarca yıllık iyi niyeti mahvetti. Çini ve liderlerini aşağıladı, "Çin virüsü " ifadesiyle onları koronavirüsten sorumlu tuttu, ticaret savaşı başlattı, Hong Kongda ve Müslüman Uygur halkına karşı yapılan gerçek insan hakları ihlallerinden alaycı bir şekilde faydalandı ve tıpkı Japonların daha önce yaptığı gibi Çinlilerin bazı şeylerde Amerikadan daha iyi olduğu basit gerçeğini kabul etmeyi reddetti. Trump, Şi Cinpingle birlikte: Eski ABD Başkanı birbirini izleyen Amerikalı ve Çinli liderlerin inşa ettiği onlarca yıllık iyi niyeti mahvetti (AFP) Kim Jong-un veya Robert Mugabe gibi halklarına kötü yabancılar yüzünden yiyecek olmadığını söyleyen diktatörlere benzer biçimde Trump da Çini ve küreselleşmeyi Amerikanın kendi başarısızlıkları için günah keçisi olarak kullandı. Çini kapitalizmi ve küreselleşmeyi benimsemeye, Dünya Ticaret Örgütüne katılmaya ve yuanı dönüştürülebilir ve takas edilebilir hale getirmeye teşvik eden Amerikalılar, onları çok başarılı oldukları için azarlamaya başladı. Amerikanın geri çevirdiği Çin, arkadaş bulmak için gözünü dışarı çevirdi ve Rusya buna açık bir şekilde istekliydi. Bu asla gerçekleşmemeliydi. Çin ve Rusya düşman olmalıydı ve son 60 yılın çoğunda öyleydiler. Soğuk Savaşın en büyük ve hayırlı muammalarından biri, komünist Çin ve komünist SSCBnin ideolojik yakınlıklarına rağmen temelde neden anlaşamadıklarıydı. Amerikan teknolojik ve endüstriyel hegemonyasının olduğu bir çağda bile birlikte çok daha büyük bir etkiyle uyum içinde hareket edebilirlerdi. Ne de olsa komünist devletlerdi. Yapmadılar çünkü eskiden beri güç için çekişen rakiplerdi ve bir dereceye kadar hâlâ öyleler. Bu nedenle bölünmelerine epey sahte bir ideolojik kılıf uydurdular: Çin-Sovyet Ayrılığı. Görünürde ayrışma dünya komünist devrimini ilerletmeye kimin layık olduğu, Marx, Engels ve Leninin geleneğini en iyi kimin temsil ettiğiyle ilgiliydi... Mao mu, Kremlin mi? Sovyetler Birliği destekli 1949 Çin Devriminden sonra, iki devlet ruh eşiydi ve Çinin iç savaştan ve Japon yönetiminin dehşetinden kurtulduğu göz önüne alındığında Mao, Stalini büyük ortak olarak kabul etmişti. Sovyetler Birliği, Marksizm-Leninizmin bekçisi nükleer bir güçtü ve bizzat Koba (Stalinin lakabı, -çn.) V.I. Leninin mirasının varisi olarak (veya propagandanın iddia ettiği üzere) seçildi. İki nedenden dolayı bu durum uzun sürmedi. Rus tarafında, Stalinin nihai halefi Nikita Kruşçev (şaşırtıcı biçimde Ukraynalıydı) ilk başta tereddütle ve gizlice bir Stalinsizleştirme süreci başlattı ve Stalinin gulaglarını, tasfiyelerini ve "kişi kültünü" kınadı. Harkovun eteklerinde, yol kenarında tahrip olmuş bir Rus tankının parçası (AFP) 1961e gelindiğinde geçmişle bağın koparılması kamuya açıldı ve Çinliler aynı fikirde değildi. Resmi olarak Staline sadık kaldılar ve böylece kendilerini meşru komünistler saydılar ve Kruşçevcileri revizyonist ve sapkın olarak gördüler. Çinle ittifak için başlangıçta sadece Arnavutluk gönüllü olsa da (Romanya da bir miktar sempati duyuyordu) komünist partilere ve gerilla hareketlerine rehberlik için dünya çapında rekabet ettiler. Gerçekte büyük Çin-Sovyet komünist ittifakının çöküşü Maonun egosu, Rusların patronluk taslayan tutumu ve bir kırılma noktası olarak Rusyanın Çine nükleer teknoloji ve sırlarına dair tam olarak güvenmeyi reddetmesiyle ilgiliydi. Bu, 1961deki Çin-Sovyet ayrışmasıydı ve Batı için geniş kapsamlı ve avantajlı sonuçları vardı. Ayrışmadan sonra Çinliler tıpkı Amerikalıların yaptığı gibi Rusyayla kendi paralel Soğuk Savaşlarına girişti. Çin-Sovyet ilişkileri o kadar kötüleşti ki 1969da ikili belirsiz bir sınır anlaşmazlığı yüzünden birbirlerine Amerikayı alarma geçirecek kadar ateş ediyor ve neredeyse savaşa giriyordu. Bunun dolaylı sonucu Henry Kissinger ve Richard Nixonın gölge diplomasisi ve Nixonın 1972de Çine yaptığı tarihi geziydi (Amerikanın hâlâ "Kızıl Çin"i tanımayı reddettiği ve Tayvan açıklarındaki milliyetçi ayrılıkçı rejimi tüm ulusun meşru hükümeti olarak resmen onurlandırdığı bir dönemde). Nixon, Çinlilere kur yapmanın ve Rusyaya düşmanlıklarından faydalanmanın çok zor olmayacağını fark etti ve bu yüzden tüm enerjisini buraya verdi. 1972 ziyaretine ilişkin resmi bir not ve Çin Başbakanı Çu Enlayla yapılan görüşme aşağıdaki gibiydi: "Çuyla yapılan görüşmelerde Nixon, Çin için genel bir güvenlik garantisi anlamına gelen şeyi de yaptı. Güney Asya krizi sırasında Sovyetler Birliğini Çine saldırmaya karşı uyarmaya hazır olduğunu kaydetti. Nixon daha da ileri giderek, Sovyetler Birliğinin Çine yönelik herhangi bir saldırgan eyleme kalkışmasına ABDnin karşı çıkacağını ilan etti." Nixondan Obamaya kadar her ABD başkanı, Çinle daha yakın bir ortaklık kurmayı ve onu Rusyayla birbirine düşürmeyi kendisine görev edindi. Çinin yükselen süper gücü kesin olarak Amerikan kampındaydı. Richard Nixon ve ABD Dışişleri Bakanı William Rogers, 1972de Çindeki tarihi ziyarette (AFP) Ancak daha yakın yıllarda Trumpın tırmandırdığı ve Joe Bidenın çok az hafiflettiği Amerikan düşmanlığı, onarılamaz bir şekilde olmasa da Çin-Amerikan ilişkisine zarar verdi. Çin resmi olarak ABD için bir ortak olmaktan çıkıp bir tehdit haline geldi. Çinin 5G ve nükleer enerji gibi önemli altyapıları kontrol etmesine karşı temkinli davranmakta olduğu gibi bu duruş kendisini Birleşik Krallık ve başka yerlerde de gösterdi. Haklı ya da değil bu, filizlenen bir Çin-Rus ittifakı şeklinde daha tehlikeli bir tehdit yarattı. Çok uzak olmayan bir geçmişte rubleyi desteklemek şöyle dursun, Rusyaya insansız hava araçları gibi yüksek teknolojili araçlar tedarik etmek Pekin için düşünülemezdi. Dünya barışını baltalayan ve Putini cesaretlendiren şey tam olarak bu olabilir. 2000lerde ilişkilerini normalleştirmeye başlayan Çin ve Rusya, 1950lerden bu yana herhangi bir noktada olduğundan daha yakın. Rusyayla Çin arasındaki 2001 tarihli İyi Komşuluk ve Dostça İşbirliği Antlaşması hem sıradan hem de son derece önemliydi. Bu, iki devlet arasındaki tarihin ilk eşitlik antlaşmasıydı. Batı boynuzlanıyordu...   Trump yönetimindeki Amerika, Çinle dostluğunu kaybetti ancak bu kaybı Rusyayla yakınlaşma yoluyla dengeleyemedi. Rusyanın Amerikan seçimlerine müdahalesine ve Trumpın zaferine ve eski ABD Başkanının Putine açıktan duyduğu hayranlığa ve bir zamanlar Rus otokratının gözüne girmek için ABD istihbaratını alenen ezip geçmesine rağmen Trump, Rusyayla ortaklık kurmayı asla başaramadı. Trumpın, Bidenın oğlu Huntera dair kamuoyu soruşturması talep ederken Ukraynaya askeri yardım paketini geciktirdiği de unutulmasın. Zelenskiye şantaj yapması da Demokratları sindirmek için Trumpın Ukraynayı kendi çıkarları için feda etmeye (ve Rusyaya yardıma koşmaya) ne kadar istekli olduğunu gösterdi. Joe Biden her zaman Rusyaya karşı daha temkinli davranacaktı ve Ukrayna istilası sonunda Rus-Amerikan ilişkilerini buzluğa attı. Durumu en açık şekilde belirtmek gerekirse Amerika; Avrupa, Japonya ve diğer müttefiklerle bile aynı anda iki süper gücü birden dizginleyemez. ABD artık diğerlerine kıyasla tabiri caizse iki cephede savaşacak kadar güçlü değil. Bu, özgür dünyayı korunmasız bırakıyor. Belki bir gün Almanyayla birleşmiş bir Avrupa, Amerikanın dünyayı yeniden dörtgen olarak dengeleyebileceği kadar orantılı biçimde savunmaya harcama yapar, ancak bu biraz zaman alacak. Amerika şimdilik ağır bir yük taşıyor ve ABD seçmenleri, Putine öfkelenseler de ülke dışındaki karışıklıklardan bıktılar. Afganistan ve Iraktan sonra, Romanyanın veya Estonyanın kaderi için Rusyayla savaşırlar mı? İnsan merak ediyor.  Yine de ilan ettikleri şeylere rağmen yeni Çin-Rusya ittifakının sınırları var ve iyimserlik için nedenler mevcut. Putin, herhangi bir gururlu Rus milliyetçisinden daha fazla olmamak kaydıyla ekonomik, teknolojik ve askeri açıdan Çine bağımlı olmak istemiyor. İki ulusun 1950lerde oynadığı öğretmen-öğrenci rollerinin tam tersi. Rusya belirtildiği gibi Çine hidrokarbon ve az bulunur hammaddeler tedarik edebilir ancak Amerika veya Avrupadan çok daha az önemli bir pazar. Çin, Putinin Ukraynadaki savaşını hoş karşılamadı ve BMde mesafeli davrandı ve çekimser kaldı: Savaş ticaret için kötüydü. Her nasılsa şimdi Nixon ve Kissingerı taklit etme ve Amerika ve Rusyayı birbirine düşürme sırası Çinde. Geçen gün Şi ve Biden arasında yapılan ve Bidenın tekrar Tayvanın bağımsızlığına karşı olduğunu söylediği uzun telefon görüşmesinden sonra Çinlilerin "okuması" çarpıcı bir şekilde kendinden emin ve iddialıydı: Ukrayna krizinin düğüm noktasını ele almak ve hem Rusyanın hem de Ukraynanın güvenlik endişelerini hafifletmek için ABD ve NATO, Rusyayla da diyaloğa girmeli. Tıpkı Çinin sanayi gücünü ve teknolojik becerisini Putine ne yapması gerektiğini söylemek için kullanabilmesi gibi Amerikaya da ne yapması gerektiğini söyleyebilir. Elbette üç kutuplu bir dünyamız var ancak bu, uluslararası meselelerde itici güç olarak bir süper gücün ortaya çıktığı bir dünya.

مشاركة :