“Politika; bir şeyi mümkün kılma sanatıdır. Buna karşılık ikinci seçenek ise gerçekleştirilebilir olanın sanatıdır”. Bu söz devlet adamı ve modern Almanya’nın kurucusu Otto Von Bismarck (1815-1898) aittir. 20 yıldan fazla bir süredir Westminster’daki siyasi kurumun kalbinde bulunmama rağmen İngiltere başbakanı Thersa May’in kendisini ve ülkesinin tamamını içine soktuğu çıkmazdan kurtulmasını sağlayabilecek olasılıklar ve tahminlerin yarattığı girdabın ortasında kaybolmuşken bu sözü hatırladım. Bu çıkmazın nedeni; May’in AB’den ayrılma müzakarelerini kötü bir şekilde yönetmesi midir? May gerçekten de Bismarck’ın bahsettiği ikinci seçeneğe yakın bir tutum mu benimsemektedir? Brüksel’in İngiltere (Birleşik Krallık) Başbakanına önerdiği “ikinci seçenek” nedir? Hem AB’den ayrılmayı destekleyen hem de karşı olan milletvekillerinin büyük bir çoğunluğu neden buna karşı? Bu, halk oylamasında AB’den ayrılma kararı çıkmasına rağmen İngiltere’nin AB’de kalmasını sağlamak isteyen Whitehall’in (hükümetler değişse de değişmeyen bürokratik devlet aygıtı) arkasında olduğu bir komplo mu? Başbakanın ofisi devletin bürokratik aygıtı ile anlaşarak halkın iradesinin gerçekleşmesini engellemeye mi çalışıyor? Başbakan bunu bildiği halde görmezden gelmeyi mi tercih ediyor? Yoksa genel olarak bu aygıtın nasıl çalıştığı ile ilgisi bir bilgisi yok mu? Ki bu çok daha büyük bir felakettir. May’in önündeki seçenekler sınırlı. Boşanma metni ya da AB’nin 50. Maddesi gereğince İngiltere’nin Birlik’ten ayrılma anlaşması ve sonuç bildirgesi Pazar (bugün) günü düzenlenecek olan zirvede onaylanma sınavı ile karşı karşıya bulunuyor. Bu sınavı geçse bile May, birkaç gün sonra bu kez Westminster’in karşısına çıkacak. 2017 yılında yapılan seçimlerde parlamentodaki çoğunluğu kaybetmesinin ardından May’in Kuzey İrlanda’nın Demokratik Birlik Partisi’nden en az 10 milletvekili kendisini desteklememesi halind parlamentodan herhangi bir yasayı geçirmesi mümkün değil. Demokratik Birlik Partisi ise kendilerini fiili olarak İngiltere tacından ayıran ve Brüksel aracılığıyla İrlanda Cumhuriyeti’nin egemenliği altında olmalarını sağlayacak bu anlaşmaya karşı olduğunu daha önce açıklamıştı. Hükümette yer alan 60’dan fazla milletvekili, anlaşmanın halk oylamasında ayrılma kararı çıkan AB’de kalmaktan daha kötü olduğunu düşünüyor. Seçimlere gitmenin parlamentoda sahip olduğu ve 257’ye ulaşan sandalye sayısını arttıracağını düşündüğü için hükümetin düşürülmesini tercih eden İşçi Partisi’de bu milletvekillerini destekliyor. Brüksel ile gizlice varmış olduğu anlaşmanın parlamento tarafından reddedilmesi ile May, bu konuda suçsuz olduğunu kanıtlamaya mı çalışıyor? AB’den ayrılma anlaşmasının reddedilmesinin sorumlusu olarak parlamentoyu gösterip AB ile daha iyi bir anlaşma imzalamayı mı umuyor? Doğrusu May, sonu hiç de iyi bitmeyecek bir bahis oynuyor. Zira parlamentodaki sandalye dağılımı; kendi partisinden 60, Liberal Demokrat Parti’den 11, İskoçya Ulusal Partisi’nden 35, bağımsız ve Yeşil Parti’den 6 milletvekilinin, AB’de kalma sonucu çıkabileceği umuduyla yeni bir referandum düzenlemeye çalıştıklarını gösteriyor. Demokrasinin kendisi ile çelişmesine neden olabilecek şekilde, halkın demokratik iradesine karşı mevcut durumun devam etmesini sağlayarak May sinsi bir oyun mu oynuyor? Bir haftadır Başbakan; milletvekillerini atlatmaya, gazetecelerin sorularından kaçmaya çalışıyor ve halka doğrudan bir açıklama yapmaktan kaçınmakta. Daha çok televizyon, podcast ve sosyal medya aracılığıyla açıklamalar yapmayı ya da katıldığı televizyon programlarında vatandaşların sorularını cevaplamayı tercih etmekte. Ama parlamentonun anlaşmayı onaylamaması halinde istifa edip etmeyeceğine yönelik kendisine iki kez yöneltilen soruyu cevaplamayı ise kesin bir şekilde reddetti. Yine AB’nin reddetmesi halinde hükümetinin bir B planı olup olmadığı sorusuna da kesin bir cevap vermekten kaçındı. İngiltere Başbakanı, AB yanlısı akımın düzenlemeye çalıştığı ikinci refarandum konusunda da dinleyicileri rahatlatacak bir açıklama yapmadı. Ama basın sözcüsü Cuma günü yaptığı açıklamada:”Theresa May Downing Sokağı’nda bulundukça başka bir referandum yapılmayacak” diyerek bu yöndeki soru işaretlerini giderdi. Acaba bu, bilhassa güvenoyunu çekmek ve kendi yerine Thatcher ekolünden bir lider getirmek isteyen parti içi hareketlenmelere karşı başbakanın öne sürdüğü bir başka oyun kartı mı? Çünkü Muhafazakar Parti içerisinde Thatcher ekolüne bağlı milletvekilleri; May ve hükümet üyelerinin müzakerelerde zayıf bir performans gösterdiklerini ve sahip oldukalrı güç noktalarını kullanmadıklarını düşünüyor. Margaret Thatcher hükümetinde bakalık yapan Lord Tippet Pazartesi günü, Therasa May’i eleştirerek kendisini Leydi Thatcher’la (1925-2013) karşılaştıranlarla alay etti. 28 yıl önce yani 1990 yılında tam da bu ay,Thatcher’in başbakanlıktan istifa etmesine ve parti başkanlığından uzaklaştırılmasına neden olan krizin, Michael Hazeltin (Thatcher ve John Major hükümetlerinden bakandı) liderliğindeki AB yanlıları tarafından yaratıldığını da sözlerine ekledi. Dünden bir önceki gün ise Thatcher (1983-1990) ve Major (1993-1995) hükümetlerinde bakanlık yapan milletvekili John Redwood hükümetin performansını eleştirerek hükümetin tatmin edici bir anlaşma fırsatını kaçırdığını söyledi. Redwood:”Eğer İngiliz müzakereci, AB’ye 39 milyar sterlin (51 milyar dolar) ödemeden önce ülkesinin çıkarlarını koruyacak bir anlaşma için baskı yapamıyorsa, bu “rüşvet”i ödeyip önemli bir baskı aracını kaybetmesinin ardından Brüksel’den hangi tavizi elde edebilir ki” diye sordu. May’in sorunu boşanma kararının (587 sayfa) ayrıntıları ile kendisinin açıklamaları arasında 180 derece fark olması. Çünkü İngiltere’nin, AB’den çıkma tarihini (belgelerde 20×× olarak kaydedilen ki bu tarih 2022’de olabilir 2099’da) Brüksel’in onayı olmadan belirleme ve bu belirli olmayan tarihten önce Birlik dışında ülkeler ile ikili ticari anlaşmalar imzalama hakkı bulunmuyor. Yine bu süre boyunca Avrupa Mahkemesi’ndn bağımsız hareket etmesi de mümkün değil. Buna ek olarak bu anlaşma, Birleşik Krallığın birliğini hedef alıyor. Çünkü Kuzey İrlanda’dan Westminster’in aldığı kararların yanında AB’nin yasalarını uygulamasını da istiyor. Ayrıca İngiliz sularındaki balık kaynaklarının %60’ını Avrupalı balıkçıların kullanımına veriyor. Bana göre, İngiltere’nin asıl sorunu güven kaybı. Başbakan May, eski Muhafazakar başbakan Edward Heath’in (1916-2005) hilesini tekrarlamakla suçlanıyor. 1970-1974 yıllarında görev yapan hükümetin başbakanı olan Heath, 1973 yılında İngiltere’yi Avrupa Ortak Pazarı’na dahil olmasını sağlamıştı. Parlamento ve halkı kandıran Heath, 6 Avrupa ülkesi (Batı Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda, Belçika, Lüksemburg) liderleri ile yürüttüğü ve nihai hedefi Avrupa’yı büyük bir federal devlete dönüştürmek olan müzakerelerin ayrıntılarını kamuoyundan gizlemişti. May’in bu yaz düzenlenen toplantı öncesinde, Almanya şansölyesi Angela Merkel ile bu anlaşma metni üzerinde anlaştığı yönünde iddilar bulunuyor. AB’den ayrılma yanlılarının büyük bir çoğunluğu, AB’nin tamamen Alman-Fransız ekseninin kontrolüne geçtiğini ve son kararın Berlin’de alındığına inanıyorlar. Almanya; 1871 yılında Demir Şansölye Otto Von Bismarck’ın Alman eyaletleri, derebeylikleri ve Baverya bölgelerinin kuzey eyaletlerini birleştirmeyi başararak modern Almanya’yı kurmasından itibaren, Berlin’in egemenliği altında birleşik bir Avrupa projesini hayata geçirmeye çalışıyor. 19. Yüzyıldan itibaren bunu başarmaya çalışan ve bunun için iki Dünya Savaşı başlatan Almanya sonunda AB ile bunu başarmış görünüyor. Bismarck’ın planı; askeri tehditleri Alman sınırlarından uzak tutmak için anlaşmalar aracılığyla diğer Avrupa ülkeleri arasında bir birlik sağlamaktı. Ardından bu düşünce, Almanya’nın kontrolü altında bir federal Avrupa düşüncesine evrildi. Bugün bu yeni Avrupa’da öğrencilere Alman değil “Avrupalı” oldukları öğretiliyor. Son olarak; görünüşe bakılırsa İngiltere başbakanı May, Bismarck’ın sözünde geçen ikinci en iyi seçeneği uygulamaya çalışırken Almanya şansölyesi Merkel, Bismack’ın bu sözü söylemesinden 150 yıl sonra Bismarck’ın “mümkün kılma sanatı”nın en önemli tablolarından birini elde etmek üzere.
مشاركة :