2018, ABD Başkanının Suriyeden geri çekilme kararı ve bu kararın muhtemel yansımalarının tartışıldığı bir iklimde sona ermekte. Başkan Trump yönetiminin politikası bu minvalde devam edecek ise acilen cevaplanması gereken pek çok soru ortaya çıkmaktadır. Bunlar: Bu karar, Suriye rejiminin ana ortağı olan İran’a yönelik Amerikan tutumunda bir değişikliğin önünü açar mı? İkinci soru ilkinden daha az önemli değil: Washington Ortadoğuyu Rusyaya mı bıraktı, bölge meselelerini ona mı teslim etti? Üçüncüsü, Moskova bu zor ve karmaşık bölgenin sorunlarıyla başa çıkabilir mi? Washington karşıtlarının bu karar karşısında duydukları sevinci anlamak zor, çünkü Rusya’nın bölgenin karmaşık ve girift sorunlarına çözüm bulacağına inanmak saflık olur. Bazıları Rus diplomasisinin parlaklığına, Başkan Putin’in kurnazlığına güveniyor ve genel olarak Amerikan ve Batı karşıtlığını dikkate alıyor olabilir, ancak bu konuya ihtiyatlı ve objektif yaklaşmak gerekir. Öncelikle, ABD başkanının, Suriye topraklarındaki en önemli hatta tek müttefiki olan Kürtleri yüzüstü bırakma kararının karanlık kısımlarını aydınlatmak gerekiyor. Bu karar Trump’ın dengesiz mizacının bir sonucu mu, yoksa Amerikan stratejik önceliklerini mi yansıtıyor? Diğer bir ifade ile bu kararda Amerika’nın uluslararası sistemdeki konumu ve Ortadoğu’daki çıkarları mı etkili oldu? En başta Savunma Bakanı James Mattis olmak üzere kendi partisinden veya muhalefetten çok açık itirazlar olmasına rağmen neden bu karar alındı? Öte yandan, Rusya’nın Ortadoğu’ya yönelik kapsamlı bir vizyonu var mı? Bu bölgeyi diplomatik ve güvenlik şemsiyesi altına sokmaya hazır mı, yoksa mesele sadece Başkan Putinin kişisel arzu ve isteklerini yansıtan bir yönelim mi? Yoksa Moskovanın bölgeden çıkarılma hamlelerine bir cevap mı? Bu sorulara kolay ve inandırıcı cevaplar bulmak oldukça zordur. Çoğu da zaten polemik yaratacak türden sorular. Başkan Trump ve Putin’in insani ve diplomatik niteliklerine bakarak meseleye olumlu yaklaşanlara bakılmaksızın, Arap dünyasının ABD şemsiyesi altında değil de Rus şemsiyesi altında yer alacak olması bazı umutları beraberinde getiriyor olabilir. Diğer bir ifade ile Pax-Americana (Amerikan Barışı) yerine Pax-Russia (Rus Barışı) geleceğini düşünenler çıkacaktır. Bölgedeki zorlukların büyüklüğünü göz önüne aldığımızda bu şekilde parlak bir ufkun olmadığını rahatlıkla görebiliriz. Bu bölge, topluluklar, devletler ve rejimler bakımından bölgesel çatışmaların tipik bir örneğidir. Şayet Rusya ve müttefiklerinin şemsiyesi altında patlamazsa en iyi ihtimalle olduğu gibi kalacaktır. Meseleye büyük bölge ülkeleri arasındaki ilişkiler düzeyinde yaklaşacak olursak, Rusya’nın, iki eski müttefik olan Türkiye ile İran’a yönelik bakış açısını göz önüne aldığımızda, gerek Suriye topraklarında gerekse genel olarak bölge meseleleriyle alakalı olarak büyük problemler yaşayacağı muhakkaktır. Rusya’nın hem Humeyni taraftarlarına hem de Müslüman Kardeşlere (İhvan) oldukça mesafeli olduğu biliniyor. Erdoğan ve İranın Şamdaki merkezi rejimi kontrol etmek ve kendi siyasal İslam fikirlerini hâkim kılmak amacıyla birbirleriyle yarıştığı da biliniyor. Moskova ise Esed tandanslı laik ve "sivil" bir rejim istiyor. Özetle, Moskova ne Humeyni Şiasına ne de Erdoğan’ın İhvanına müsaade etmeyecektir. Moskova iki değişiklikten çok korkuyor: Birincisi, Ankara ile Washington ve NATO arasındaki kaybedilen dostluğun geri dönüşü, zira Türkiye Batı sistemine yeniden entegre olursa, Türkiye’nin Moskova karşıtlığı yeniden nüksedebilir. İkincisi, Trump’ın mizacının Washington’la Tahran arasındaki ilişkileri değiştirmesidir. Zira Obama döneminde bu türden bir ilişki yaşanmıştı. Obama Sünni radikalizm ile baş etmek için İran rolünü devreye sokmak istemişti. Kendince rasyonel ve kontrollü bir hamle yapmıştı, ancak terörist örgütlerin varlığı ve yokluğu bu türden bir hamle ile gerçekleşmiyor. Filistin meselesi önemini koruyor ve Rusyanın El Fetih ile Haması birbirine yakınlaştırması, Filistin meşruiyeti için uzlaşılar ve çıkışlar yakalaması gerçekten zor gözükürken, İsrail ve Filistinlileri iki devletli bir çözümü uygulamaya koymak için müzakere masasında bir araya getirmesi nasıl mümkün olabilir? İranın Suriye ve Lübnandaki varlığı ve rolü nedeniyle, Tel Aviv ve Moskova arasındaki gerginliği de gözden kaçırmamak gerekir. Yukarıdakilerin hepsine ek olarak, ulus devletin gerilemesi ve ulusal dokunun parçalanmasından sonra sosyal sözleşmenin yeniden inşası tekrar ele alınmalıdır. Ne yazık ki vatanlar kendi halklarını dışarı kovmakta ve her şeyden önce bu halklar sürekli olarak göç korkusu yaşamaktadır. Şu ana kadar yaşananlara bakıldığında, Rusyanın bu yapısal sorunları halletme ihtimali yoktur. “Azınlıkların ittifakı” gibi sahte sloganlar kullanarak bazı güç gösterileri yapmaktan öte bir çözüm ortaya koyamaz. Devletin gerileme olgusu ve çoklu sadakatlerin gerçekliği, Arap dünyasının karşılaştığı en önemli şu iki sorunu perdelemektedir: Su kaynaklarının azlığı ve nükleer, kimyasal, biyolojik veya diğer kitle imha silahlarının çoğalması olasılığı. Arap su kaynaklarının yaklaşık % 60ı, sınırlarının dışında kalmaktadır. Kıtlık yılları, kirliliğin yayılması, kaynakların tükenmesi ve çölleşme alanlarının genişlemesi gibi problemleri de bunlara dâhil edebiliriz. Bunların, bölgedeki nüfus hareketine ek olarak, çevre ve doğal kaynaklar üzerindeki etkisi yadsınamaz. Aslında bu problemler, ekonomik, toplumsal, kültürel ve politik alanda yaşanan zaafları, Arap ulusal güvenliğinin kırılganlığını ortaya koymaktadır. Bölgedeki keskin siyasi ve mezhepsel kutuplaşma, otoriter rejimlerin güçlendirilmesi, kitle imha silahlarının yayılması olasılığını tetiklemektedir. Aynı bağlamda, İran ile "5 + 1" ülkeleri arasındaki nükleer anlaşmanın etkilerinin sona ermesinden sadece birkaç yıl sonra bölgedeki ülkelerin nükleer kapasiteye sahip olma arzusuna geri döndüğü unutulmamalıdır. Bütün bunlar, yeni Rus varlığının karşılaşacağı zorluklardan sadece bir kaçıdır. Rus diplomasisi bazı anlaşmaların yapılmasında işe yaramış olabilir, ancak bölgedeki tüm ABD başarısızlıklarına rağmen, ABD’nin başarılı bir alternatifi olabilmesi zor gözüküyor.
مشاركة :