Afrika pastası; kara kıtayı uzun yıllar sömüren birçok büyük devletin hırslarını ve hedeflerini temsil etmeyi halen sürdürmekte. Bilhassa başka açgözlü yeni güçlerin de kıtaya üşüşmesi ile Afrika’nın doğal kaynaklarına yönelik bu emeller gizli ve örtük bir savaş şeklini alıyor. Bu açgözlülük ve hırs çerçevesinde; Fransız bir yayınevi başta Çin Halk Cumhuriyeti olmak üzere Afrika kıtasına yönelik bu uluslararası yönelimi “Chine/Afrique: Le Grand pillage-Rêve chinois, Cauchemar Africain?” (Çin ve Afrika: Çin Rüyası mı Yoksa Afrika Kabusu mu?) adlı kitap ile özetliyor. Fransız gazeteci Julien Wagner tarafından yazılan kitap 2014’te Eyrolles Yayınevi’nden çıktı. Fransız gazeteci 128 sayfadan oluşan kitabında Çin’in 20 yıldır Afrika kıtasını kontrol altına almak ve ekonomik olarak işgal etmek için harcadığı yoğun çabaları vurgulamakta. Yazara göre Çin; bazen Kara Kıta’nın kendisinde olmayan doğal kaynaklarını sömürerek bazen de kıtayı ürünlerini ve mallarını ucuz fiyata sattığı yaygın bir pazara dönüştürerek Afrika’yı ele geçirmeye çalışmakta. Ayrıca Wagner’e göre asıl sorun; Pekin rejimine bağlı dev şirketlerin finanse ettiği krediler aracılığıyla Çin’in, Afrika kıtasını kuşatmaya çalışmasında yatıyor. Bu, bize yeni bir sömürü modeli sunmakta; Görünüşe bakılırsa Pekin, bu yeni sömürü modelini birçok eksende sonuna kadar uygulamak konusunda ısrarcı. Bu eksenler arasında şunlar bulunuyor: Afrika’nın doğal kaynaklarını kontrol etmek, Çinli şirketlerin Afrika’da şubeler açması, Çin’in çıkarlarına hizmet etmesi için kıtadaki yolsuzluk oranlarının yüksek kalmasını sağlamak, kıtada Çin’in sahip olduğu olumlu görüntüyü korumak için Afrika medyasını kontrol etmek. Bu kitap; sadece yazarı Julien Wagner’in, Çin uzmanı olması sebebiyle büyük bir öneme sahip değil. Bilakis eser, Çin’in stratejilerinin ve jeopolitik emellerinin üzerindeki örtüyü kaldırdığı için de çok önemli. Kitap ayrıca Çin Komünist Partisi (ÇKP) Genel Sekreteri Şi Cinping’in 2012 yılında: “Amacımız Çin’i dünyanın birinci gücü yapmaktır. Afrika kıtası da bizi bu rüyamıza ulaştıracak ve onu gerçekleştirecek başlıca araçtır” sözleriyle açıkladığı “Çin Rüyası”ndan bahsettiği için de ayrıca önemli. Bu bağlamda yazar; Çin’de yönetime gelen her Başkan’ın kendisine ilk olarak halkın ve ÇKP’nin desteğiyle gerçekleştirmeye çalışacağı belirli sloganlar seçtiğini vurguluyor. Bu sloganların en öne çıkanları; vahşi kapitalizme geçişi karakterize eden “Reform ve Açılım”, Modern Çin’in kurucusu Mao Zedong’un varisleri için imkansız görülen barışma, “uyumlu toplum” sloganı, Çin toplumunun ve özellikle de ÇKP’nin temellerini muhafaza ederek kalkınma ihtiyaçlarını karşılama sloganları. Diğer yandan 2012 yılının kasım ayında ÇKP Genel Sekreterliği’ne getirilen Şi Cinping’in de var olan bu kuralın dışına çıkmayarak konuşmasında “Çin Rüyası” sloganını ortaya atmıştı. Cinping’e göre Çin Rüyası’nın amacı; Çin halkına mutlu ve rahat bir hayat sağlamak ve büyük bir ulus olarak kalkınmasını gerçekleştirmekti. Bu sloganı ÇKP’nin bütün üyeleri, Çin medyası ve bazı Çinli sanatçılar da benimsemiştir. Ayrıca Çin’in karar alma mekanizmasının kalbi ile de çelişmemekte. Çünkü Çin toplumu tüm sınıflarıyla bazı uzmanların deyimiyle Çin’in ütopyası olan bu rüyayı gerçekleştirmek ve Çin’in 1 numaralı dünya gücü olarak hakettiği yeri alması için çabalamakta. Fransız gazeteci asıl cevaplanması gereken sorunun; Çin’in küresel olarak büyük bir güç olup olmayacağı değil bunun ne zaman gerçekleşeceği sorusu olduğunu vurgulayarak kitabına başlamaktadır. Bu noktada yazar; mevcut Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in ülkesini 1 numaralı güç yapma hedefine 2022 yılında ulaşmak istediğini düşündüğü belirtiyor. Yazara göre Çin, bu nedenle çabalarını o tarihten itibaren ihmal edilmiş ve dışlanmış bir kıta olmaktan çıkan Afrika kıtasına yoğunlaştırıyor. Aynı zamanda Çin’in çabaları sayesinde Afrika artık globalleşmeye yaklaşmış durumda. Bu yüzyılın başından itibaren Afrika’nın, dünya yıllık ekonomik büyüme oranının yüzde 5ini temsil etmesi de bunun en büyük kanıtı. Öyle ki bazı ekonomi uzmanlarına göre Afrika dünya ekonomisinin geleceğini temsil etmekte. Zira kıta; demografik ve ekonomik güvenceler, ham madde, çevrenin korunması, hastalık ve salgınlarla mücadele gibi geleceğe yönelik kendi öz ve temel güvencelerine sahip. Bu nedenle Afrika karamsarlığının değil gelecek vaad eden Afrika umudunun yeşerdiği bir çağda yaşıyoruz.Dışlama döneminin sdona ermesi Kitapta yazar; Soğuk Savaş döneminde Doğu ve Batı blokları arasındaki rekabetin sona ermesi ile Afrika kıtasının sahip olduğu etkin araçların değerinde de gözle görülür bir düşüşün yaşandığını vurgulamakta. 90’lı yılların başında Sovyetler Birliği’nin tarih sahnesinden çekilmesinin ardından ABD, Afrika kıtasında tutunma zorunluluğu olmadığını düşündü ve bölgedeki varlığından vazgeçti. Diğer yandan kendi yaşlı kıtalarını birleştirme hedefine odaklanan Avrupalılar, Afrika kıtasına yardım etmeyi bırakmış, ihmal etmiş ve uzaklaşmışlardı. Afrika’dan ABD çekilişinin ve Avrupa ihmalinin bugün değiştiğini belirten yazar, Afrika’nın artık ihmal edilen ve dışlanan bir kıta olmak yerine sahip olduğu stratejik çıkarlar nedeniyle bütün uluslararası güçleri cezbeden bir konuma dönüştüğünü ifade etmekte. Ancak Afrika’da en büyük nüfuz sahibi ve en çok çaba harcayan ülke Çin. Çünkü Çin’e göre Afrika bizatihi bir hedef değil kendi rüyasına, gücüne ve konforuna kavuşturacak etkili ve faal bir araç. Yazar kitabında; hammadde konusunda fakir olan ve kendi kendine yetemeyen Çin’in, içinde bulunduğu bu açığı hammadde yönünden zengin olan Afrika kıtası aracılığıyla aşmaya çalıştığını hatırlatmakta. Zira bazı tahminlere göre tek başına Afrika kıtası, dünyanın doğal kaynak rezervlerinin üçte biri ile yarısı arasında bir bölümüne ev sahipliği yapmakta. Bu tahminler Çin’in Kara Kıta’ya yönelmesini hızlandırmış ve Afrika ülkeleri arasındaki ticaret hacminde büyük bir atılım yaşanmasına yol açtı. Öyle ki Afrika ve Çin arasındaki ticaret hacmi 2000 yılında 12 milyar dolar iken bu oran 2012 yılında 200 milyar dolara ulaştı. Çin, Afrika kıtasında politikalarını güçlendirme ve sağlam temele oturtmakta Batılı güçlere nazaran daha başarılı oldu. Bu noktada yazar; Afrikalıların şansız olduklarına ya da her zaman başkalarına itaat ettiklerine ve boyun eğdiklerine dikkatimizi çekmekte. Çünkü yazara göre Afrikalılar Batı işgalinden kurtulmalarının üzerinden çok geçmeden Çin’in ağına ve pençesine düşmüşlerdir. Çin; Afrika tarafı ile müzakereleri yürüten müzakerecilerinin elini güçlendirecek şekilde Afrika ekonomisinde önemli bir rakamı temsil etmeye başladı. Bu konuda verilecek en iyi örnek ise büyük Çinli şirketlerden birinin Madagaskar’da 6.7 milyar avro değerinde bir demir rezervini işletme hakkını kazanması. Bu, Madagaskar ekonomisi için çok büyük bir rakam. Yine bu örnek bizlere; kıyı bölgesinde bir sanayi sitesi ve bir hidroelektrik santrali inşa etmek karşılığında 30 yıl boyunca bu rezervi işletme hakkını elde etmeyi başaran Çinli müzakarecilerin ne kadar güçlü bir konumda olduklarını göstermektedir. Bilhassa Madagaskar’ın GSMH’sinin sadece 10 milyar avro olduğu göz önüne alınırsa sözleşmenin değerinin Afrikalı müzakarecinin başını döndürdüğü açıktır. Dolayısıyla “Afrika kıtasında yeni sömürge metodlarından” biri olarak niteleyebileceğimiz bir Çin hegemonyası ve egemenliği ile karşı karşıyayız diyebiliriz. Kitaba göre daha da tehlikeli olan Çin’in Afrika kıtasının kaynak ve zenginliklerinden yararlanırken çevreye verdiği zararı önemsememesidir. Pekin’in Afrika’daki hammaddelere yönelik iştihanın uzun vadade Afrika kıtasına kaldıramayacağı büyük bir çevresel bedele mal olacağı kesindir. Çünkü Çin, Afrika tarafının benimsediği resmi söylemin aksine her şeyden önce kendi çıkarlarını gerçekleştirmeye çalışmakta. Yazar; bir yandan ABD’nin ihmali ve görmezden gelmesi diğer yandan Avrupalıların kendi yaşlı kıtalarını güçlendirmeye odaklanmalarının yarattığı boşluğun, Çin’in hiçbir zorluk ile karşı karşıya kalmadan ilk olarak ekonomik ardından da siyasi açıdan Afrika kıtasını işgal etmesine yardımcı oluğu sonucuna ulaşmakta. Çünkü Afrikalılar, Çin’de aradıklarını bulmuşlardır. Çin, Afrika kıtasının tamamında yatırım yapmak için yaklaşık 4 bin milyar dolarlık bir kaynak ayırdı. Euro bölgesindeki merkez bankalarının toplam rezerv büyüklüğünün 800 milyar dolar olarak tahmin edildiği, ABD Merkez Bankası FED’in ise sadece 150 milyar dolar rezerve sahip olduğu göz önüne alındığında bu rakamın ne kadar büyük olduğu daha da iyi anlaşılacak. Bu rakamlar; küresel düzeyde 1 numaralı ekonomik güç olma hayalini gerçekleştirmek için ciddi bir şekilde çabalayan güçlü ve inatçı bir Çin ekonomi gücü karşısında olduğumuz anlamına geliyor. Çin’in bu rüyası gerçek olmaya çok yakındır. Afrika kıtası da Çin’in bu rüyasını gerçekleştirme yolunda benimsediği gerçek “parola”yı temsil etmekte.
مشاركة :