Neredeyse tüm dünya, Washington ve Tahran arasındaki arabuluculuk hattına girmeye çalışıyor, ancak asıl ilgi, İngiltere, Fransa ve Almanya’nın çağrısını yaptığı deniz askeri koalisyonuna (Avrupa deniz gücünün kurulması) yönelmiş durumda. Tabii ki bu çağrı, Başkan Donald Trump aynı çağrıyı aylar önce yaptıktan ve Hürmüz Boğazı’na askeri varlığını yığdıktan sonra gerçekleşti. Japonya Başbakanı Şinzo Abe, Trump ile yaptığı görüşmeden sonra doğrudan Washington’dan Tahran’a gitti, ancak arabuluculuk, ABD’nin İran’a ve bölgedeki askeri silahlarına uyguladığı ve gittikçe de dozu artan katı yaptırımların neden olduğu gerilimin tırmanması gerçeğini değiştirmedi. Fakat buna karşılık, İran rejimi, tehdit çıtasını sürekli yükseltiyor, uranyum zenginleşme seviyesini artırmak veya füze demelerine devam etmek ya da petrol tankerlerinin hareketlerine engel olmak gibi tehditlerini devam ettiriyor. Irak Başbakanı Adil Abdulmehdi, bir çıkış yolu bulmak için iki kez Tahranı ziyaret etti ve Umman Dışişleri Bakanı Yusuf bin Alevi, gizli bir diplomatik arka plan için Tahrandaydı ve hala bir çıkış yolu arıyor. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron arabuluculuk hattına girdi, ancak sonuç itibariyle şansı diğerlerininkinden farklı olmayabilir. Zira ABD bankalarında yaklaşık 130 milyar doları bulan dondurulmuş İran varlıkları üzerindeki tedbirin kaldırılması için fırsat kolladığı söyleniyor. Hâlbuki bu durum gittikçe daha sert bir hal alan Washington’un yaptırım politikasının amacına taban tabana zıt bir mahiyet arz etmektedir. İran, bu haftanın başında, el konulan iki tanker gemisi üzerinden krizde daha derin bir çatlak oluşturmak için çabaladı, zira Hasan Ruhani, Arap (Basra) Körfezi’nde Tahran’ın el koyduğu İngiltere bandıralı petrol tankeriyle, İngiltere’nin Cebeli Tarık’ta el koyduğu İran tankerinin takas edilmesini ima etti. Ancak, İngiltere Dışişleri Bakanı Dominic Raab derhal İran’ın İngiliz tankerini serbest bırakması gerektiğini söyleyerek, hiçbir tanker takasının olmayacağını tekrar tekrar vurguladı. Dışişleri Bakanı meselenin bir takas veya pazarlık meselesi olmadığını, İranın uluslararası hukuka kaçınılmaz olarak uyması meselesi olduğunu yineledi. Devamında ise “İran rejimi, karanlıktan çıkmak ve uluslararası topluluğun sorumlu bir üyesi olarak kabul edilmek istiyorsa uluslararası hukuka saygı göstermelidir. Dolayısıyla uluslararası toplumun kurallarına ve mevzuatına uyması gerekiyor. ” dedi. İngilizler, Hürmüz Boğazındaki nakliye yollarını korumak için ABD tarafından önerilen uluslararası gücü oluşturmaya çalışmak konusunda gayet ciddiler, Dışişleri Bakanı Raab, İngilizlerin Hürmüz Boğazındaki geçiş güzergâhlarını korumak için bir Avrupa Koalisyonu kurma girişiminin ABD çağrısıyla örtüştüğünü söyledi. Her ne kadar Bakan Yusuf bin Alevi Pazar günü Tahran gezisi arifesinde Londradan bir telefon almış olsa da İngiltere kararlı tutumundan taviz vermeyeceğini ispat etme adına "HMC Duncan" savaş gemisini Pazar günü bölgeye gönderdi. Tahran’ın ‘Hürmüz Boğazı’nda İngiliz bandıralı “Stena Empiro” adlı petrol tankerine el koymakla İngiliz egemenliğini denizlerde sona erdirdiklerini!’ ilan etmesinin hemen akabinde İngiltere Hürmüz boğazındaki İngiliz bayraklı gemilerin güvenli geçişini sağlamak için HMC Monteiro adlı savaş gemisini de söz konusu donanmaya kattı. Washington ile Tahran arasında aktif olan gizli diplomatik arabulucular meselesine gelecek olursak, Londranın bu bağlamda tanker takası veya pazarlık fikrini hızlı bir şekilde reddetmesinin iki nedeni var; Bunlardan ilki, mesele bir emsal yaratabilir, yani İran bu konuda emsal teşkil edebilecek bir mazereti elde edebilir ve bunu ileride sürekli kullanmak isteyebilir. Diğer bir deyişle el koyduğu her tankeri pazarlık ve takas malzemesi olarak kullanabilir ve bunu sürekli bir hale getirebilir. ABDnin İran petrolünün ihraç edilmesini engelleme adına koyduğu için yaptırımları delmek için bu mekanizmayı pervasızca kullanabilir. İkinci sebep, bunun yaptırımların ruhuna aykırı olmasıdır. Hele bir de Washington’ın bölgedeki taşımacılığı korumak için uluslararası bir koalisyon oluşturmak için çabaladığı bir süreçte… Tam da bu bağlamda, eski İngiliz Dışişleri Bakanı Jeremy Hunt, İngiliz tankerine el konulmasının hemen ardından, ‘İran’ın izlediği bu yolun varacağı son, büyük bir bedel ödemek durumunda kalmaktır, kıyılarındaki sularda daha büyük bir Batı askeri varlığını bulabilir” dedi. Fransız yetkililer de benzer bir tutum sergilediler, zira Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian ülkesinin Almanya ve İngiltere ile beraber ‘Körfezde deniz güvenliğini sağlamak için çalıştığını, ortak bir güvenlik mantığının diplomatik yollarla oluşturması gerektiğini’ ifade etti. Askeri uzmanlar, Körfezde deniz taşımacılığını güvence altına alan uluslararası bir koalisyonun kaçınılmaz olduğuna inanıyor. ABD’nin İran rejimine yaptırımlarındaki artış ile İran’ın gerilimi tırmandıran tavrı ortasında böylesi bir hamleyi zorunlu görüyorlar. Zira İran bazen uranyum zenginleşme seviyesini artırmakla, bazen füze demelerine devam etmekle bazen de petrol tankerlerinin hareketlerine engel olmakla tehdit etmekte. Bu bağlamda Tahran, bin kmlik uçuş menzili olan bir balistik füze duyurusu yaptı, bunun Avrupalılara dolaylı bir uyarı olduğu söyleniyor. Bu bize Ruhaninin Avrupa ülkelerine yaptığı “İran Bariyeri”nin yokluğunda uyuşturucu ve terörde boğulma tehlikesiyle karşı karşıya oldukları uyarısını hatırlatıyor. Buradaki ironi, İran rejiminin düşman edinme ve rakipler kazanma konusunda son derece kabiliyetli olmasıdır; sahi Başkan Trumpla neden çatışıyor? Tahran, ABD ile sorunun üstesinden gelmek için çok önemli ve belirleyici bir rol oynamasına rağmen, İngilizler ve Avrupalılarla olan anlaşmazlığın arkasına neredeyse gizlenmiş durumda. Hâlbuki Avrupa ülkeleri nükleer anlaşmayı kurtarmak için çabaladılar, hatta İran’ı ABD yaptırımlarından korumak için alternatifler geliştirdiler. Avrupalıların “INSTEX” denilen bir sistemi geliştirdikleri – nispeten de olsa- ABD yaptırımlarını atlatmaya çalıştıkları bir sır değil. Ancak Tahran bunu dahi beğenmedi, “INSTEX” denilen bu sistemi İngiliz gemisini rehin almak suretiyle batırmakta tereddüt etmedi. Esasında Avrupa’nın kendisini destekleyici rolünü de rehin almış oldu. Dolayısıyla İran rejiminin Avrupalıların uzatmaya çalıştıkları can simidini parçaladığını söylersek şaşırtıcı bir şey söylememiş oluruz. Neredeyse tamamı Hamaneye karşı Trumpın arkasında duruyorlar. Petrol kaynaklarını ve tankerlerin geçiş güzergâhlarını güvence altına almak için bir deniz koruma kuvveti oluşturmak için heyecanlı bir şekilde çabalıyorlar, demek oluyor ki şu an Washington yanında duruyorlar. Örneğin, yeni ABD Savunma Bakanı Mark Esper, iki gün önce, ABD’nin, Körfez’deki tanker trafiğini korumak için oluşturulacak Avrupa gücü ile koordineli çalışacağını ilan etti. Verdiği demeçte: “Hepimiz arasında koordinasyon olacak ve ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı da (Centcom) koordinasyon merkezi olacak!" dedi. Ancak gerilimi sürekli artan krize, Füceyra bölgesinde tankerlere saldırma, Riyad’daki boru hatlarına yapılan sabotajlar, Umman Denizi’ndeki tankerlere düzenlenen saldırılar, İngiliz tankerine el konulması, ABD insansız hava araçlarının düşürülmesi gibi gelişmelere baktığımızda risk oranı iki katına çıkacak ve küçük bir kıvılcım bölgede büyük bir yangına yol açabilecek demektir! Ancak şu soru hala ortada duruyor: İran rejimi neden ABD ile büyüyen sorunun çözülmesine yardımcı olabilecek Avrupa rolünü dört gözle kollarken İngiliz tankerine el koyuyor? Uranyum zenginleşme seviyesini artırma ve füze demelerine devam ettirme duyurusu yapmanın Trumpın haftalar önce söylediği şu gerçeği değiştireceğini mi düşünüyor? Ne mi demişti Trump: “İrandan talebimiz gayet basit: nükleer silah yok, bölgede istikrarsızlığa neden olan emperyal hamleler yok, terörizme finansman sağlamak yok!”
مشاركة :