Bir grup Lübnanlı genç 2 haftadan kısa bir süre önce mezhepçiliğin zevklerine ve diktelerine meydan okumaya karar verdi. Eğitimin, dış dünya ile temasın, modern değerler ile etkileşim ve sosyal iletişimin doğurduğu bu grup; Mashrou Leila adlı müzik grubunun Biblos kentinde konser vermesinin engellenmesine karşılık olarak Beyrut’un el-Hamra Caddesi’nde bir akşam gösterisi düzenledi. Bu gösteri, ilkeli bir karşı çıkışın açık ve kesin bir şekilde ilanıydı. Bu gençler, kendisi de bölünmüş ve sınırda yaşayan büyük toplumdan ayrılmış küçük bir toplum gibiydiler. Nitekim büyük toplum da güçlü sözleri ve besteleri nedeniyle bu şarkıları uyumsuz ve asi olarak niteledi. Özgürlük ve kişisel tercihler tarafından yönlendirilen ayrılıkçı gençler; yolsuzluğu, fanatik dayanışması ve dar fırsatları ile eski toplumun kendilerini karşılamaya hazır olmadığını birçok kez deneyimledi. Bu toplumun kendilerine sunduğu tek şey onları reddetmek ve önlerine engeller çıkarmaktı. Nitekim daha önce bu toplumdan ayrılan ve ona karşı çıkan arkadaşları da bunun bedelini göç ederek ödemişti. Gruplar şeklinde yıldan yıla göç edip durdular. Göçe halen de devam ediyorlar. Rejim ise onları da o hatalı adlandırma, yani “Dünyaya dağılanlar” adlandırmasının içine dahil ederek ödüllendiriyor. Bu gençlerin bir özelliği daha var ki o da özgürlüğü belirli bir sebeple talep etmemeleridir. Oysa savaştan önce özgürlük talebinde bulunanlar, silah taşıma özgürlüğü, bir şeyin bağımsızlaşması ya da ideolojik bir mesele için özgürlük talebinde bulunurlardı. Savaş sonrası gençliği için ise özgürlük özgürlük içindir diyor. Özgürlük; özgür kişilerin uyumsuz ve asi şarkılar söyleyebilmesidir… Lübnan’ın bu gençleri daha önce de 2015 Hareketi olarak adlandırılan bir hareket başlatmışlardı. Beyrut Belediye Meclisi’nde verdikleri savaşta ırkçılık, yabancı işgücü, kadın hakları ve yasaların uygulanması gibi farklı yüzleşmeler ile her zaman aynı mesajı ulaştırıyorlardı. Ancak bazıları köşe yazıları ve sosyal medya paylaşımları ile el-Hamra Caddesi’ndeki gösteriyi mezhepçilik ve gruplaşmanın yenilgisi ya da en azından kendisine yöneltilmiş büyük bir darbe şeklinde tanımlayarak aceleci davranarak abartıya kaçtılar. Keşke durum gerçekten de dedikleri gibi olsaydı ama bunlar doğru olmadığı gibi yanıltıcıdır. Tam aksine bütün gençlik hareketleri, politik alanın ne kadar kapalı ve mezhepçiliğin tekelinde olduğunu göstermektedir. Paula Yacoubian’ın milletvekili seçilmesi küçük bir istisnayı temsil etse de diğer yandan bu kuralı vurgulamaktadır. Siyasi alan mezhep merkezli gruplar ile sınırlı kalmasa ve onlarla dolu olmasa kuşkusuz “ahlaki” olarak nitelenen meseleler bugün ulaşmış oldukları boyuta ulaşmaz ve patlayacak raddeye gelmezdi. Buna ek olarak; özgürlüklerin gerilediği, karşıt devrimlerin yaşandığı, şiddet, sansür ve denetimin daha da güçlendiği Arap ortamı, geniş çevresine kıyasla küçük bir adanın yapabileceklerinin sınırlılığını ortaya koymaktadır. Bu gençler bir ada içerisindeki daha küçük ada gibidir… Mezhepçiliğe karşı olanların Beyrut içerisindeki küçük bir toprak parçası dışında bir yerleri olmadığı artık açıkça fark edilmektedir. Vatanın genel yüzölçümünden mezhepçilik karşıtlarına düşen pay sadece bu kadardır. Diğer, yani mezhepçilere ait bölgelerde bu kişilere zaten yer yoktu, şimdi ise hepten yoktur. Mezhep karşıtlarını barındıran Beyrut’un genişlemesi uzak bir ihtimal iken diğer bölgelerin coğrafi açıdan olmasa da psikolojik ve ideolojik olarak genişlemesi muhtemeldir. El-Hamra gösterisi öncesinde ve sonrasında yaşanan, ona eşlik eden olayların yönü şu anlamı veriyor: Mezhep ve grupları kışkırtan, “İç barışı” yıkma ile tehdit eden bir Kabr Şamun ve Besatin olayı, Basil’in kışkırtmaları ve provokasyonları eşliğinde 95’inci maddenin yeniden yorumlanması ve kamu görevlerinin dağıtımı sorunu, grupların “topraklarının” diğer grupların çöplüğü olmasını reddettiği Terbol köyü ve çöp atık yeri krizi vardır. Bunun yanında elbette bütün heybeti ile kardeşi Sünni-Şii çekişmesinin safında yer almak için yeniden doğan bir Hristiyan-Müslüman çekişmesi vardır. Nitekim Tel ez-Zater Kampı kuşatması ve baskınının yıldönümü de açık ve net bir şeyi ortaya koydu: Sosyal medya platformlarının bize gösterdiği gibi iki klasik mantık güçlü bir şekilde sahalara dönmüştür. Bunlardan ilki, fanatik ve tecritçi mezhepçilerin yaptıklarını kınayan (aralarında Suriye rejimine de muhalif olanların bu rejimin, katliama katılmasını kınadıklarını belirtelim) mantıktır. İkincisi ise Filistinlilerin ve yabancıların Hristiyan köy ve beldelerinde yaptıklarını kınayan mantıktır. Ama her ikisini birden kınayan sesler hiç duyulmamıştır. Örneğin hem sivil Filistinlilere yönelik Lübnanlıların iğrenç davranışlarını hem de Filistinlilerin silahlanmasını kınayan olmamıştır. Diğer bir deyişle gerçekten de savaşa karşı olan sesler hiç duyulmazken savaşın sürmesini temenni eden sesler hep yüksek çıkmıştır. Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah da son açıklamaları ile bu daha büyük ölçekli savaş isteğini yinelemiş oldu. Bizlere, İran’ın saldırıya maruz kalması halinde “bölgenin tamamının yanacağını” söyleyerek bir zafer daha vaadinde bulundu. Doğrusu Nasrallah’ın açıklamalarının içeriği ve içerideki yankıları kendisini açıklama ihtiyacını ortadan kaldırmaktadır. Nasrallah’ın sözlerinin anlamı, birkaç gün önce yıl dönümü kutlanan 2006 zaferinin, 2008 yılındaki Beyrut saldırısının önünü açmış olduğudur. Dolayısıyla dış düşmanı ayıran sınır, güç seviyesi ve iç düşmanlar ile ilişkileri kontrol edebilmektir. Siyasi tıkanıklıktan savaş isteğine uzanan bu ufuk, Lübnan ve özellikle de gençlerinin sırtına yüklenmiş bir yüktür. Mezhepçi bir toplumdan ayrılan mezhepçilik karşıtı toplumun karşı karşıya olduğu zorluk ve sıkıntılar işte tam olarak bu noktada gizlidir. Bu, sınırlamaya değil genişlemeye açık bir gerçektir. Ama buna rağmen bu gençlik grupları sözler, şarkılar, şiirler, mizah ve şurada burada giriştikleri yerel mücadeleler ile ona isyan etmekte ve karşı çıkmakta ısrar etmektedir. Umuda kapılmak ise gelecek dönemde hayal kırıklığına uğramanın en kısa yoludur. Mevcut koşullarda el-Hamra Caddesi’nde kuşatılmış bir kale içinde olsa da asi şarkılar söyleme özgürlüğünü korumak bile yeterlidir.
مشاركة :