Andrew Buncombe Sherri Burr, Broadway oyunlarının ünlü bir kötü karakteri ile neredeyse kesin bir aile bağlantısı olduğunu öğrendi. Yıllarca süren arşiv araştırmasından sonra DNA testine başvuran Afrika kökenli Amerikalı Hukuk Profesörü, Aaron Burr ailesine mensup olabileceğini keşfetti. Beyaz tenli Burr, ABD’nin üçüncü Başkan Yardımcısı olarak görev yaptı. Fakat ününü daha çok ABD’nin kurucu babalarından olan Alexander Hamilton’ı 1804 yılında tabanca ile yapılan bir düelloda öldürmesinden alıyor. Bu sahne Lin-Manuel Miranda’nın beklenmedik derecede başarı ede eden büyük müzikali ile ölümsüzleştirildi. Büyük dedesinin güneşli bir hafta sonu tatilinde Hamilton’ı öldürmesinin üzerinden 215 yıl, Aaron Burr Derneği’nin Burr’un hizmetindeki siyah bir kadından iki çocuk sahibi olduğunu resmî olarak kabul etmesinin üzerinden de 12 ay geçti. Sherri Burr, Başkan Yardımcısı’nın evlilik dışı dünyaya gelen en az iki çocuktan biri olan John Pierre Burr’un büstünün açılışı için Philadelphia’da toplanan 60 kişilik bir gruba katıldı. New Mexico Üniversitesi’nde hukuk profesörü olan ve ‘Karmaşık Bir Yaşam: Virginia’da Özgür Siyahlar, 1619-1865’ adlı bir kitap çıkaran Burr o güne dair şu ifadeleri kullandı: “Güzel bir öğlendi. Büstü kutsamak için bir papaz geldi. John Pierre’in bir adalet kahramanı olması ve kölelerin kurtarılması için tünel yolu hareketini desteklemesinden dolayı içimi mutluluk kaplamıştı.” ABD bu yıl, Virgina eyaletinin Jamestown kenti kıyılarına 20 Afrikalı kölenin demirlediği günün 400’üncü yıl dönümünü kutluyor. Bu 20 kişi okyanus aşırı gerçekleştirilen ve tahminlere göre 12 milyondan fazla kişiyi etkileyen bir kaçırma operasyonunda doğrudan ABD’ye gönderilen 380 bin kişinin ilk kısmını oluşturuyordu. Philadelphia eyaletinin batı banliyölerindeki Eden Mezarlıkları’nda gerçekleştirilen tören ülke tarihinin kasvetli dönemleri ile yüzleşmek için verdiği mücadele hakkında önemli bir işaret veriyor. Topluluğa Burr’un soyundan gelen hem beyazlardan hem de siyahlardan oluşan bir topluk katıldı. Torunlarına, köleliğin kötülüğüne, zulmüne ve insanlık dışı durumuna tanık olma fırsatı verildi. ABD bu kölelik sistemini kullanarak bağımsızlığını kazandı, güçlendi ve bir konum elde etti. Bu konum, kendisi de Sally Hemings adlı bir Afrikalıdan çocuklar dünyaya getiren bir köle sahibi olan Thomas Jefferson’a, 1776 yılında, “İnsanlar eşit yaratılıyor ancak buna göre muamele edilmiyor” açıklamasını yapması için fırsat tanıdı. Aaron Burr Derneği’ne başkanlık eden beyaz tenli Stuart Johnson, katıldığı büst açılış töreninde “İnsanın, kölelik sisteminin kötülüğünün farkına varması için çok zeki veya bilgili olmasına gerek yok. Bu sistemin ortadan kaldırılması kanlı ve korkunç bir iç savaş gerektirdi” diye konuştu. Ancak çok az kişi böyle bir itirafa ve açık bir tarihî hesaplaşmaya hazır. Kaliforniya eyaletinden ABD Senatörü olan ve önümüzdeki başkanlık seçimleri için Demokrat Parti’den aday olmaya çalışan Afrika kökenli Kamala Harris, temkinli bir şekilde kölelik dönemine dair tazminat incelemesi yapılmasını desteklediğini belirterek “Biz 200 yıldan uzun süre boyunca kölelik yaşadık. Neredeyse bir asır Jim Crow yasaları ile yönetildik. Ayrıcalık ve etnik ayrımcılık yasal iki şeydi. Kabul etmemiz gerekir ki başlangıç, herkes için eşit bir düzlemde olmadı” ifadelerini kullandı. Ancak güçlü bir tepki ile karşılaştı. Bu tartışmalar, ülkenin sıkıntılarla dolu bir süreçten geçtiği bir zamanda ön plana çıkıyor. Donald Trump’ın kendisinden önceki bazı başkanlara göre ne kadar ırkçı olduğuna bakılmaksızın ırkçı söylemi açıkça kullanmaya daha meyilli olduğu görülüyor. En üst liderin yaptığı açıklamaların sosyal medyanın dev gücü ile birleşmesi, bu görüşleri paylaşan ancak daha önce belki açıklamayan pek çokları için teşvik edici bir etken oldu. İnsan yüklü İngiliz savaş gemisi White Lion’un demirlediği Jamestown şehrine 50 mil uzaklıktaki Norfolk Devlet Üniversitesi’nde tarih profesörü olan Cassandra Newby-Alexander ise konuya dair şu değerlendirmede bulunuyor: “Önceden daha üstü kapalı bir dil duyardık. Şimdi ise çok daha doğrudan konuşuluyor. Bu tür bir ırkçılığı teşvik etmeyi hedefleyen belirli bir adım sistemi uygulanıyor. Ama ben bunun nüfusun sadece üçte birini etkileyeceğine inanıyorum. Beyaz tenli olup böylesi bir nefret söyleminden memnun olmayan insanların sayısı durumu kabul edenlerinkinden fazla.” ABD’yi geçmişini kabul etmemeye iten -ki böyle bir tavrı benimseyen tek ülke değil- temel etkenlerden biri yazar Rachel Swarns’ın ifadesine göre ‘zorlu bir mazi’ olmasıdır. Kölelik sisteminin benimsenmesinden sonra bir iç savaş yaşandı ve bu savaş, Charleston Kilisesi katili Dylann Roof gibi psikolojisi bozuk ırkçılara ilham verdi. İki yüzyıllık bu sürecin ardından yeniden yapılanma döneminde reform hareketi kasıtlı olarak başarısız oldu. Daha sonra Jim Crow rejimi başladı ve siyahlar yine ikinci sınıf vatandaş durumuna getirildi. Yargısız idama, cinayete, belirli bölgelerde yaşama ve hatta oy verme hakkından mahrumiyete maruz bırakıldı. Azınlıkları Georgia eyaletinde oy hakkından mahrum etmek için yapılan girişimler halen devam ederken ceza sistemi, beyaza karşı tam anlamıyla ayrıcalıklı muamelede bulunuyor. Üç sene önce merkezi Alabama eyaletinde bulunan Adalette Eşitlik Girişimi, yargısız idam mağdurlarının anısını sonsuz kılmak için bir müze kurma planını duyurdu. Girişim’e göre bu şekilde ölen Afrika asıllı Amerikalıların sayısı dört bin. Bu kimseler 1877-1950 yılları arasında, çoğunlukla büyük kalabalıklar önünde öldürüldü. ‘Amerikan Halısı İplikleri: Michelle Obama’nın Siyah, Beyaz ve Çok Irklı Atalarının Hikâyesi’ adlı kitabın yazarı Swarns şu ifadeleri kullanıyor: “Bu, zorlu bir tarihtir. Özellikle de Amerikalılar için oldukça zor. Zira kendimize anlattığımız hikâyeye aykırı. Bildiğiniz üzere kendimize, bir herkes için özgürlük ve adalet hikâyesi anlatıyoruz. Köleliği bizden tamamen bağımsız bir konu olarak düşünmenin çok daha kolay olduğuna inanıyorum. Yani sıkıcı tarih kitaplarındaki anlatılar gibi uzun bir süre önce yaşandı ve bugün bizimle hiçbir bağlantısı yok. Genellikle arkamıza bakmaktan kaçınmamızla biliniriz. Kölelik sisteminin bu ilkeler hakkında dersler veren bir ülkede oynadığı önemli rolün anlaşılması, kamusal düzeyde oldukça zordur. Özel olarak ise bence insanlar için de zor.”Swarns’ın ortaya çıkardığı durumlardan biri de şu: Başkent Washington’daki Georgetown Üniversitesi’ni kuran Cizvit Papaları da köle edindiler. Üniversitenin 2017 yılında yayınladığı raporu ABD’deki birçok üniversiteyi, kölelik sisteminin zenginleşme üzerindeki katkısını düşünmeye itti. Bu adımı Oxford, Glasgow, Bristol ve East London gibi birçok İngiliz üniversitesi izledi. Bu senenin başlarında Georgetown Üniversitesi öğrencileri, kurumun 1838 yılında borçlarını ödemek için sattığı 272 kölenin torunlarının yararlanacağı bir fonun kurulmasına katkı sağlamak amacıyla daha fazla öğrenim ücreti verilmesi için oy kullandı. New York Times gazetesinin hissedarı ve New York Üniversitesi gazetecilik bölümü yardımcı profesörü olan yazar Swarns, böylesine girişimlerin kendisine 2017 yılında Charlottesville şehrinde neo-Nazi yürüyüşüne benzer olayların yaşattığı hayal kırıklığı ölçüsünde umut aşıladığını söyledi. Yazar, bu yarılma ve kölelik mirasının gelgitler arasındaki çözümünde gösterilen ilerlemenin de aynı şekilde ABD tarihinin bir parçası olduğuna dikkat çekiyor.Swarens sözlerinin devamında şunları söyledi: “Gerçek şu ki hamurumuz tüm bunlarla yoğruldu. Bu bizim kimliğimiz. Hakkında konuştuğumuz her şey, yani güzel, teşvik edici ve korkutucu olan tüm durumlar aslında bize bir şeyler anlatıyor. Ancak iyimser olmalıyım ki konuya dair konuşmaların arttığını düşünüyorum. Mesela Temsilciler Meclisi, başkan adaylarının bahsettiği şu kölelik dönemine dair tazminat incelemesi meselesini tartıştı. Bununla birlikte aynı zamanda El Paso’daki gibi (geçen ay Walmart ticaret merkezinde ateş açarak 20’den fazla kişiye suikast yapmakla suçlanan) ya da Pittsburg’daki gibi (Ekim 2018’de Hayat Ağacı kilisesinde ateş açıp 11 kişinin ölümüne sebep olmakla suçlanan) insanlarımız da var. Bugün böyle bir karmaşa içerisindeyiz.” Atlanta’daki Emory Üniversitesi Afro-Amerikan Çalışmaları Profesörü Carol Anderson, beyaz ırktan bazı Amerikalıların Afrika asıllı ilk ve tek ABD Başkanı Barack Obama’nın seçilmesinden sonra verdiği tepkiyi yazdı. Ona göre Çay Partisi Hareketi eylemcilerinin yeniden ortaya çıkması ve Kongre’nin faaliyetlerinin engellenmesi, iç savaşa ve anayasanın köleliği resmî olarak bitiren on üçüncü değişiklik kararına dayanan bir yöntemin parçası.Anderson, ‘Beyazın Öfkesi’ adlı kitabında şu ifadelere yer verdi: Irkçılık gediği hakkında dile getirilmeyen gerçek şu ki Afrika asıllı Amerikalılar ne zaman bir ilerleme kaydetse beyazlar kasıtlı bir gerilemeye sebep olmak için tepki gösteriyor. Mesela iç savaşın bitip de yeniden yapılanmanın başlamasından sonra Jim Crow dönemi başladı. Yüksek Mahkeme’nin ‘Brown v. Board of Education’ davasındaki kararının ardından güneydeki okullar kapatıldı. 1965 yılındaki oy hakkı yasasına yönelik kanlı muhalefet ise Güney Stratejisi ve ‘uyuşturucuya karşı savaş’ adı verilen şey üzerinden üstü kapalı yeni bir tepki doğurdu. Bu tepki, milyonlarca siyahın oy hakkını elinden alırken Richard Nixon ve Ronald Reagan’ın Beyaz Saray’a girmesine yardımcı oldu.” Anderson’ın Independent’a yaptığı açıklamalara göre ABD şu an seçmen tabanını genişletmek ve çeşitlendirmek isteyen eyaletler ve azınlık seçmen sayılarını daraltmak için oy hakkını kısıtlamaya çalışan eyaletler şeklinde bölünmüş durumda. Anderson’ın ifadesine göre, “ABD’nin geçmişini kabullenmemesindeki en büyük sorun birçok insanın herhangi bir suç işlediklerini düşünmüyor oluşu. Bazıları ise neler yaşandığını bilmemeyi tercih ediyor. ‘Tepelerdeki görkemli ütopya’ imajını korumaya ihtiyaç duyduğunuzda bu hikâye ile örtüşmeyecek şekilde kölelerin satışı, terbiyesi ve bir mal gibi etiketlenmesi ile örülü yıllar beliriyor”. Bazı Amerikalılar, 1619 yılındaki olayların asla anılmaması gerektiğine inanıyor. New York Times dergisi, köleleştirilen ilk Afrikalılar ve onların gelişini izleyen tarihe özel bir sayı hazırlamayı planladığını duyurduğunda gazeteyi ırkçı gerilimi körüklemekle suçlayan sesler yükseldi.Trump’ın yakın bir müttefiki olan eski Cumhuriyetçi Temsilciler Meclisi Başkanı Newt Gingrich, Twitter üzerinden şu mesajı yayınladı: “New York Times’ın uyguladığı 1619 projesinin ‘Beyinlerinizi yıkamak için kullanmak istediğimiz propaganda’ sloganını kullanması gerekir.” Bununla birlikte ABD Üçüncü Başkan Yardımcısı ile olan ilişkisini ortaya çıkaran New Mexicolu akademisyen-yazar Burr, bunun tersini söylüyor: “Amerikalılar, söz konusu dönemde ve şimdi yaşananlar hakkında yeterince konuşamıyor. İnsanlar kölelikten bahsetmiyor çünkü geçmişi eşelemek, sorumluluk almak istemiyorlar. Afrika kökenli olanların tüm yaşadıkları ve sonrasında olanlar detaylandırılmalı ve analiz edilmelidir. 400’üncü yıl dönümü hikâyesinden haberdar olacak kişi sayısı ne kadar olursa olsun halen yetersiz. Etkinlik hakkındaki konuşmaların sayısı da her halükârda beklenenin altında.”
مشاركة :