Lübnan halk hareketi ikinci ayına, Başbakan Saad Hariri’nin istifası üçüncü haftasına girerken görünüşe göre Lübnan’daki yönetim hala gerçeklerden kaçıyor. Sadece protetocuların taleplerini değil aynı zamanda ülkenin gerçekten uçuruma yuvarlandığını, artık kimsenin efelenme ve sorunları erteleme lüksüne sahip olmadığı, eski politikalara dönme hatasını kaldıramayacağı gerçeğini de görmezden geliyor. Daha da tehlikelisi, bugün cumhurbaşkanlığı, (Maruni Hristiyan) Özgür Yurtsever Hareket, (İslamcı Şii) Hizbullah ve belki de (Seküler Şii) Emel Hareketi tarafından temsil edilen bu yönetim, sistemi değiştirmek için halk hareketinden ve diğer siyasi güçlerin geri çekilişinden istifade ediyor olabilir. Çünkü performansı, içerik ve biçimsel olarak oklarını Taif Anlaşması ve kendisine zemin hazırlayan anayasaya yöneltmiş olduğunu gösteriyor. Biçimsel olarak, parlamentodaki istişarelerden önce gelecek hükümeti kurması için eski bakan Muhammed Safadi’nin adını ortaya atması bile Lübnan anayasasının açık bir ihlali. Çünkü Cumhurbaşkanı böyle yaparak anayasanın kendisine verdiği yetkileri aştı, parlamentonun rolünü etkisiz hale getirdi ve Lübnan’da sistemin, başkanlık değil cumhuriyetçi parlamanter sistem olduğu gerçeğini bir kenara attı. Cumhurbaşkanı bir kez daha anayasayı ihlal ederek, yetkilerini aşarak ve parlamentonun rolünü hiçe sayarak katıldığı son televizyon programında açıkladığı gibi Safadi’yi hükümeti kurmakla görevlendirmeden önce yeni hükümetin bileşenleri üzerinde uzlaşıya varmaya çalışıyor. Oysa yine anayasaya göre Cumhurbaşkanı, hükümet oluşturulmadan önce parlamentoda istişareler yapmakla yükümlü. Cumhurbaşkanın çevresinin ve Hizbullah’ın öne sürdüğü ya Hariri ve Cibran Basil’in birlikte hükümette görev almaları ya da ikisinin de dışında kalması şartı ise açıkça sistemin dayanaklarından olan, cumhurbaşkanlığı ile Meclis Başkanlığı ile aynı öneme sahip Başbakanlık makamının değerini daha da düşürdü. Bardağı taşıran damla ise gayriresmi bir şekilde olsa da Safadi’nin hükümeti kurmakla görevlendirileceğine ve parlamento istişarelerinin tarihine ilişkin açıklamanın Cumhurbaşkanı’nın damadı olan eski Dışişleri Bakanı Cibran Basil tarafından yapılmasıydı. Sanki kendisi Cumhurbaşkanı’nın temsilcisi ve hükümetlerin oluşturulmasında referans kaynağıymış gibi! Elbette herkes Basil’in temel referans kaynağının Nasrallah olduğunu biliyor. Cumhurbaşkanı ve parlamento başkanından sonra Hizbullah bugün başbakanı da belirler oldu. Bu da yetmezmiş gibi hükümetin programını da o belirler oldu. Nitekim Hasan Nasrallah son konuşmasında hükümet programının geniş çizgilerini belirledi: Yolsuzlukla mücadele, Suriye ve İran’a açılım ülkenin pazarlarını Çin ve İran yatırımlarına açmak. Dürüst olmak gerekirse Başbakan Hariri’nin de hükümete ilişkin müzakarelere katılması onun da anayasanın maddelerine dikkat etmediğini gösteriyor. Nitekim son olarak daha Safadi resmi olarak hükümeti kurmakla görevlendirilmeden, hükümeti kurmadan ve hükümet programını açıklamadan önce Safadi hükümetine güvenoyu verme niyetinde olduğunu deklare etti. Bütün bu ihlallerin ortasında, parlamentonun yetkilerine ve anayasaya yönelik bu ihlallere birkaç milletvekili dışında itiraz eden olmadı. Bu onların da itirazlarında inandırıcı olmadıklarının kesin bir kanıtıydı. İçerik olarak ise bütün bu anayasa ihlalleri geçmişte tanık olduklarımıza bağlıdır diyebiliriz. Bunlar da hükümetlerin kuruluşu ve işleyişi sürecinde gördüğümüz icatlar, hükümeti kuracak mekanizma ve kriterlerin (Basil’in her 4 milletvekinin bir kitle oluşturma ve bir bakan tarafından temsil edilme hakkına sahip olduğunu söyleyen kriteri gibi) parlamento içerisindeki temsile göre belirlenmesidir. Uzlaşı için gerekli üçte birlik onayı hiçe saymaktır. Bütün bunlar Hizbullah’ın kademeli ve yasal bir biçimde gerçekleştirdiği darbenin en büyük hedefini yani Taif anlaşmasını devre dışı bırakmak hedefini gerçekleştirmeyi amaçlıyordu. Hizbullah, bu anlaşmayı geçersiz kılmak için halk hareketini bir fırsat olarak görüyor olabilir. Yerel güç dengesindeki değişimin büyüklüğünü yansıtacak ve Sünni Başbakanın aleyhine olacak şekilde Maruni Cumhurbaşkanına yetkilerini geri verecek yeni bir kurucu konferans düzenlemek için halk hareketinden yararlanmak isteyebilir. Çünkü cumhurbaşkanı ile başbakanlık arasındaki yetkiler savaşı, Cumhurbaşkanı Avn döneminin başlangacı ile başlamıştı. Yaşanan bölgesel değişimlerin, bölgede güç dengesinin direniş ekseni ve küresel müttefikleri lehine bozulmasının gölgesinde oyunun ve hedeflerinin değiştiği açıkça görülüyor. Geçmişte, Maruni cumhurbaşkanı, Suriye ve onun arkasından İran politikalarını engellerken cumhurbaşkanının yetkileri makaslandı ve Başbakan ile Temsilciler Meclisi Başkanına dağıtıldı. Bugün Maruni Cumhurbaşkanı, İran-Suriye ekseninin müttefiği olduğu için aksi yapılmak isteniyor. Yani Cumhurbaşkanı’nın lehine olacak şekilde Sünni Başbakanın yetkileri azaltılmak isteniyor. Nitekim bu, anayasanın maddeleri değiştirilmeden pratikte uygulanmaya başlandı . Anayasa değişikliği de çok gecikmeyecektir. Halk hareketi, Hizbullah’ı bu politikayı sürdürmekte daha kararlı hale getirdi. Çünkü mezhepçiliği, bölgeselciliği ve partizanlığı aşan bu ayaklanma onun için temel olan 3 şeyi yıkmayı başardı:Halk Hareketi, ÖYH’nin Hristiyanlar arasında sahip olmakla övündüğü güçlü konumunu kaybettiğini açığa çıkardı. ÖYH’nin popüleritesini kaybettiğini ve artık Hristiyanların en güçlü temsilcisi olmadığı kanıtladı. Hizbullah da arkasına gizlenmiş olduğu Hristiyan vitrinini kaybetti.Hariri’nin istifasının akabinde bu kez kendisinden faydalandığı Sünni vitrinini de kaybetti.İlk olarak istifa etmeyeceğini açıkladığı hükümetin istifa etmesi, ikincisi kendi kalesi sayılan güneydeki birçok bölgenin ayaklanmaya katılması ve “hepiniz yani hepiniz” sloganını benimsemesi ile Hizbullah’ın saygınlığı ve nüfuzu da dağıldı. Kazanımlarından ve destekçisi İran’ın yerel ve bölgesel kazanımlarından birinden bile vazgeçmeme politikası gereğince Hizbullah’ın önündeki seçenekler nedir? Doğrusu önünde sadece 2 seçenek var. Bir yandan Hariri’nin kabul edebileceği bir Sünni isim aramak -ki bu Safadi de başkası da olabilir- diğer yandan da farklı biçimlerde olsa da uzlaşıya bağlı kalmak. Çünkü Hizbullah, Hariri şemsiyesini kaybetmesinin hem yerel hem de küresel düzeyde bedelinin ağır olacağını çok iyi biliyor. Mevcut aşamada onu koruyacak kalkanın, bütün etkin siyasi tarafları boyun eğmeye zorladığı “güç uzlaşısı” formülüne bağlı kalmak olduğunu farkında. Bunun yanısıra, ayaklanmanın dinamiklerinden uzakta Hizbullah’a karşı olan siyasi sınıfın bu gerçeğe meydan okuyacak ya da değiştirmeye olanak tanıyacak bir durumda olmadığını da biliyor. Hizbullah’ın maruz kaldığı Batı ve özelde ABD yaptırımların onun varlığını hedef almadığını ya da yerel ve bölgesel kazanımlarını elinden almaya çalışmadığını unutmamalıyız. Bu yaptırımların hedefi daha çok destekçisi İran’a nükleer programı ile ilgili yeni müzakareleri kabul ettirmektir. Hizbullah’ın uzlaşı seçeneğinde başarısız olması durumunda ikinci seçeneği, yüzleşmek, halk hareketini bastırmak için güce başvurmak, içinde birkaç uzmanda içeren bir yüzleşme hükümeti kurmak. Hizbullah her ne kadar bu seçeneği tercih etmese de sonuçlarını, özellikle de Lübnan’ı siyasi ve ekonomik olarak İran ve küresel destekçileri eksenine sürüklenmesi ile sonuçlanacağını tahmin etmek zor değil. Ayaklanmanın direnme ve aynı ivme ile devam etme gücü dışında Lübnan’daki çeşitli güçlerin bu sonuçlara karşı çıkmak için kullanabilecekleri araçların ve etkilerinin sınırlı olduğunu itiraf etmeliyiz. Sonuç olarak; Lübnan’da bugün sorun hükümeti kurma sorunu olmaktan çıktı. Hizbullah’ın hazırladığı yol haritasına göre bölgesel ve küresel konumunu ve safını resmi bir biçimde belirleme meselesine dönüştü. Bunu gerçekleştirmek için de Taif anlaşması devre dışı bırakılarak Lübnan’ı bölgesel ve küresel olarak tek partili sistemlerin arasına katacak bir başkanlık sistemi kurulmak isteniyor. Lübnan devrimine gelince, herkes kendisini geçici ve etkisiz bir hadise sayarak üzerinden yürümeye çalışıyor gibi görünüyor. Mevcut yönetimin aşil topuğu da bu olabilir.
مشاركة :