İklim Zirvesi ve sonrası

  • 11/15/2021
  • 00:00
  • 1
  • 0
  • 0
news-picture

Nebil Fehmi Birleşmiş Milletler’in (BM) ‘COP26’ adıyla bilinen iklim değişikliği ve çevre konulu 26. Taraflar Konferansı İskoçya’nın Glasgow kentinde düzenlendi. Birçok kişi, söz konusu zirveyi uluslararası toplum için olumlu bir etkileşim ve yaşadığımız ortamı ve tüm kazancımızı yok eden, servetimizi tüketen toksik gazların salınımı ile kaçınılmaz olarak sonumuzu getirecek bir atmosfer yaratan uygulamaları durdurmak için ciddi bir taahhütte bulunmak arasında seçim yapmak zorunda bırakan bir dönüm noktası olarak nitelendirdi. Bu kişilerin başında da dünyanın açgözlülüğü ve pervasızlığı nedeniyle kendini öldürdüğü konusunda uyarıda bulunan BM Genel Sekreteri Antonio Guterres geliyordu. ABD, başa geçen Joe Biden’ın Donald Trumpın çekilme kararını bozmasının ardından Paris İklim Anlaşmasına geri döndü. Birçok kişi bu gelişme nedeniyle iyimser bir havaya büründü. Özellikle iklim değişikliğinin yansımaları sıcaklıklardaki yıllık artış ve tüm bunların gıda güvenliği, su kaynakları, plajlar ve benzeri alanlardaki etkisi ile kendini gösterdi. Bu durumun bilimsel olarak ortaya koyulmasıyla petrol, gaz ve kömür gibi geleneksel kaynaklardan enerji üretimi ile kentleşme ve kalkınma amaçları doğrultusunda ormanların ve ağaçların yok edilmesi arasındaki bariz çelişkinin üstesinden gelmek ve yeni nesillere güvenli ve sağlıklı bir gelecek bırakmak için güçlü bir kolektif eylem talep eden sesler yükseldi. Glasgow’daki zirvenin iklim değişikliğinin tehlikelerini vurgulamayı başardığını, aşırı tüketim modelimizin uzun vadede yıkıcı ve son derece tehlikeli olduğunu doğrulayan bilimsel görüşe öncelik verilmesine yardımcı olduğunu ve arkasındaki siyasi itici gücün, en azından kısa vadede iklim değişikliğine ve onun yansımalarına şüpheyle bakanları susturduğunu düşünüyorum. Zirvenin olumlu yönlerinden biri de iklim ve çevresel değişiklikler sınır tanımadığından bu zorlukla mücadelenin toplu ve kapsamlı bir eylem ihtiyaç duyduğunun açık ve net bir şekilde ortaya koymasıydı. Ayrıca açgözlü tüketimi kontrol etmek için kapsamlı bir eylem planı olmadan istenen sonuçları elde etmek de mümkün değildir.  Çünkü bu ister enerji ister diğer doğal kaynaklarımızın tüketimi açısından olsun, doğal biyolojik çeşitliliğimizi etkiler. Onlarca yıldır yanlış çevre politikalarının yansımalarıyla mücadele alanında ve küresel tüketim denkleminin bileşenlerini değiştirme ve dünyanın çeşitli yerlerinde daha az zararlı üretim ve kalkınma yolları sağlama ihtiyacı çerçevesinde geleceğimizi korumak için de önemlidir. Zirvede ormanların yok edilmesini durdurmak, metan gazı emisyonlarını düşürmek, yılda 1,5 santigrat derecelik küresel ısınmayı önlemek, karbondioksit emisyonlarını ve diğer toksik emisyonları azaltmak için bir dizi anlaşmaya varıldı. Ayrıca, 2030, 2050 ve 2070 yılları için belirlenenler de dahil olmak üzere, karbondioksit emisyonlarının sıfırlanacağı tarih konusunda ülkelerin sunduğu taahhütler gibi bir dizi önemli noktada fikir ayrılıklarına da tanık olundu. Uluslararası toplum, gelişmekte olan ülkelerin, geleneksel enerji kaynaklarını kullanan, eski ve çevreyi kirleten tüketici teknolojilerinden daha modern olanlara geçmelerine yardımcı olacak ve çevreye daha saygılı, çevreyi koruyan ve iklim değişikliğine karşı önlemler alan yeşil bir ekonomi sistemini belirleme ve destekleme yaklaşımını kolaylaştıracak devasa bir finansal fon için ihtiyaç duyulan desteğe dair taahhütlerini yerine getirmedi. Bu konularda genel olarak farklı tutumlar sergilenmesinin, esasen çoğu çevreye ve iklim değişikliğine zararlı ucuz, geleneksel enerji kaynaklarına bağlı olan etkin büyüme oranlarına ulaşma konusundaki çıkarlarıyla ilgili olduğunu herkes biliyor. Bir teknolojiden diğerine geçmenin maliyetini kimin üstleneceğinin yanı sıra gelişmekte olan veya daha gelişmiş ülkelerin çoğu, ‘farklı büyüme oranlarına sahip ülkeler arasında eşit önlemler alınması çağrısında bulunmanın, onlardan daha zengin ülkelerin çıkarlarına hizmet ettiğine ve özellikle iklim değişikliği konusunda en büyük ve en ağır zararı, sanayileşmiş büyük ve zengin ülkelerin ahmakça ve sömürücü politikaları yüzünden eşit ve adil olmayan koşullar yaratarak çevreyi korumaya yönelik çabaların sömürülmesiyle sonuçlanacağına inanıyorlar. İklim değişikliğinin yansımalarının çoğunun son 100 yılın birikiminden olduğundan bugünün bir sonucu olmadığı ifadesine katılıyorum. Ayrıca gelişmekte olan ülkelerin mümkün olan en düşük maliyetle kalkınma hakkına sahip olduklarına da inanıyorum. Tıpkı geçmişte şuan sanayileşmiş ülkelerin hakkı olduğu gibi. Ancak somut gerçekleri tartışarak zaman kaybetmenin bir anlamı olmadığını düşünüyorum. Bunun sanayileşmiş ülkeler tarafından reddedilmesinin veya gelişmekte olan ülkeler tarafından suçlanmalarının da bir sonuç doğurmayacağının farkındayım. Çünkü iklim değişikliğine bir an önce tepki verilmezse gezegenimizi kötüye kullanmanın bedelini hepimiz ağır bir şekilde ödeyeceğiz. Gelişmekte olan ülkelerin, fiyatları petrol, gaz ve kömüre kıyasla halen nispeten yüksek olan yenilenebilir enerji başta olmak üzere çevreye zararlı olmayan enerji kaynaklarına geçmelerini sağlamak için yükümlülüklerini yerine getiren sanayileşmiş ve zengin topluluğa bağlı kalmamızı tercih ederim. Destek, aynı zamanda üretken endüstrilerinin daha modern ve çevreye daha zararsız teknolojilerin geliştirilmesine yönelik olmalıdır. Buna, temiz teknolojinin gelişmekte olan ülkelere düşük fiyatlarla aktarılmasına ve yerelleştirilmesine yardımcı olabilecek kaynakların sağlanmasının ötesine geçen bu desteğin önemi de ekleniyor. Böylece çevre sorununun, sağlıklı ve tamamlayıcı ilişkiler yerine zengin üretici ile daha az gelişmiş tüketici arasında bir ticaret denklemi haline gelmesi engellenebilir.  Barselona merkezli Avrupa - Akdeniz Topluluğu Birliği’nin (EUROMED) bir konferansında Avrupa ülkelerinin, Akdenize kıyısı olan ve çevresindeki gelişmekte olan ülkeleri desteklemek ve diğer ülkelere kıyasla yüzde 20den fazla sıcaklık artışına tanık olan Afrika’daki iklim değişikliğinin yansımalarıyla başa çıkmalarını sağlamak için özel bir fon oluşturmasını tavsiye etmiştim. Yıllarıca sömürgecilik yüzünden acı çeken Afrika ülkelerinin kalkınma trenine yetişmek için amansız bir arayış içindeyken modern ve temiz teknolojileri benimsemeleri ve bunlara güvenmeleri için uluslararası destekli başka bir özel fonun kurulmasının gerekliliğini düşünüyorum. BM ve iklim değişikliği ile ilgili uzman kuruluşlarının, zirvenin bitiminden sonra, yeni taahhütleri, zirvenin başarısının boyutlarını ve hızlı hareket edilmesi gereken alanları değerlendirmek amacıyla acil bir çalışma hazırlamalarını öneriyorum. Her ne kadar eksik olsalar da bunları ciddi olarak değerlendirmek yerinde olur. Özellikle Mısır’ın bir sonraki iklim zirvesi COP27’ye ev sahipliği yapmayı teklif etmesi bu değerlendirmeyi daha da önemli kılıyor. Mısır, alternatif enerjiye daha fazla yönelerek önümüzdeki on yıl içinde alternatif enerjinin, enerji tüketiminin yüzde 46sını oluşturacağını duyurdu. *Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.

مشاركة :