Suudi Arabistan ve İran, Çinin girişimiyle aralarındaki diplomatik ilişkilerin yeniden kurulduğunu duyurdu. Bu iki ülke arasındaki ilişkilerin koptuktan sonra yeniden sağlandığı ilk sefer değil. Zira daha önce Nisan 1988de ve İranın Tahrandaki Suudi Arabistan Büyükelçiliği’ne düzenlediği saldırı nedeniyle Ocak 2016da iki ülke arasındaki ilişkiler kesilmişti. Temsil düzeyi düşük de olsa diplomatik ilişkilerin olması doğaldır. Çünkü Suudi Arabistan ile İran arasındaki temas noktaları Riyadın değil, İranın yayılmacı yaklaşımı nedeniyle çok fazla. İlişkiler yeniden sağlandı. Peki aradaki fark bitti mi? Tabii ki hayır. İlişkilerin restorasyonuna ilişkin yayınlanan bildiri metni, Suudi Arabistanın iyi komşuluk ve uluslararası sözleşmelere saygı gösterilmesi ve başkalarının içişlerine müdahale edilmemesi çağrısında bulunan kalıcı yaklaşımına odaklanıyor. Bunun en basit örneği, güvenlik iş birliği anlaşmasının yeniden etkinleştirilmesidir. 2001 yılında imzalanan anlaşma ‘Nayif – Ruhani’ Anlaşması olarak biliniyordu. Yani Prens Nayif bin Abdulaziz (Allah rahmet eylesin) ve Hasan Ruhani arasında yapılmıştı. Bu, kanıtlanmış Suudi Arabistan yaklaşımını ve İranın uyumsuzluğunu doğruluyor. Söz konusu durum Haşimi Rafsancani ve sonra Muhammed Hatemi döneminde Suudi Arabistan-İran ilişkilerinde daha önce yaşandı. İran’ın yakın ilişkilerinin böyle olmadığı Suudiler için netleşti. Bu nedenle Suudi Arabistan’ın İranla ilişkilerde çok fazla tecrübesi var. Burada birisi çıkıp şöyle diyebilir: Peki ne değişti? Gerçek şu ki Suudi Arabistan değişmedi. Lakin İran rejimi varoluşsal bir krizden geçiyor ve Riyadın Tahrana bir can simidi uzattığını düşünenler artık yanılıyor. Çünkü İran krizi rejimin kendisini oluşturuyor ve İranın krizi tamamen içsel. Daha karmaşık bir İran dış krizi var. Yani nükleer dosya krizi. Riyadın bu işte parmağı yok. Suudi Arabistan, İrana ABD veya İsrail tarafından -her zaman ima edilen- bir saldırı yöneltilip yöneltilmeyeceğiyle ilgilenmiyor. Bölgedeki durum bize bugün Suudi Arabistanın ekonomik ve siyasi olarak çok daha güçlü olduğunu, İranın ise içeride ve dışarıda çatışmalar ve krizler içinde olduğunu söylüyor. Riyad bu krizlere karışmak istemiyor ve bölgedeki ilişkilerin çatışma değil, iş birliği ilişkileri olmasını istiyor. Dolayısıyla kalkınma için gece gündüz çalışan Suudi Arabistan ile her adımdan şüphe duyan İran arasında bir fırsat doğdu. Hikâyenin farklı boyutları var. Tahranın ne Suudi Arabistanla ne de başkalarıyla hiçbir zaman anlaşmaya varmadığı doğru ama işin başka bir boyutu daha var. O da Çin boyutu. Bugün bu anlaşmanın garantörü Çindir ve bu, Tahranın anlaşmaya uymaması durumunda geçerlidir. Bu elbette Washingtonı ve Avrupalıları rahatsız ediyor. Ama onlar, yani Washington ve Batı, 2015te İran nükleer dosyası anlaşmasıyla ilgili çalışmaların başlamasından bu yana bölgenin güvenliği konusunda ciddiyet göstermediler. Buna göre Suudi Arabistan çıkarlarına hizmet eden işlerde çalışmış, herhangi bir çatışmanın tarafı olmamak ve kalkınma çalışmalarına kendini adamak üzere siyasi olarak yeniden konumlanmıştır. Riyad değişti mi? Hayır. Kendi rasyonel, diyalojik yaklaşımını takip ediyor. İrana inanıyor musun? Tarih diyor ki: Hayır. Suudi Arabistan acele mi etti? Kesinlikle. Rasyonellik ve krizleri etkisiz hale getirmek köklü bir Suudi Arabistan yaklaşımıdır. Önemli olan güvenmek ve gözlerini açık tutmak. Son olarak, bölge değişecek mi? Öyle olmasını umuyoruz. Ancak İran nükleer dosyasının etkileri hayal edebileceğimizden çok daha büyük.
مشاركة :