Çağdaş dünya şu an üç kıtada üç krize tanıklık ediyor: Asya’da İran, Afrika’da Cezayir ve Latin Amerika’da Venezuela. Bu krizlerin bir ortak paydası var mı peki? Aralarındaki belirgin ortaklık şu ki özünde bu üç kriz, epey öfkeli, sonuna kadar rekabetçi, içerden bitmiş dışarıdan gururlu hâkim rejimler karşısında değişime susamış ve mümkünse son nefesine kadar iktidarı bırakmamaya azmetmiş isimler arasındaki keskin ayrışmalardan kaynaklanıyor. İlk bakışta üç ülke arasında açıkça görülen farklılıklara rağmen üçünü bir araya getiren ortak noktalar var. Bunlardan biri, üçünün de ülkenin resmî isimlerinde kendini gösteren ideolojik kökenlere sahip oluşu. Üç ülke de kendisine ‘cumhuriyet’ adını veriyor ancak ismin belirsizliğini daha da artıran terim eklemeleri yapıyor. Mesela İran rejimi, ‘İslam’ ismini de taşıyor ki “Yüce Rehberin” liderliği altında din adamları ve Şia mezhebi alimleri tarafından yönetildiği bilinsin. Cezayir rejimi de çift taraflı anahtar kullanıp ismini ‘demokratik halk’ olarak belirliyor ve böylece ‘cumhuriyet’ teriminin tam anlamıyla içi boşaltılıyor. Venezuela da ‘Bolivar cumhuriyeti’ adı üzerinden benzer bir sonuca ulaşıyor. Üç ülkenin tarihi de, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, Çin Halk Cumhuriyeti, Birleşik Arap Cumhuriyeti, Burma Birliği Sosyalist Cumhuriyeti vb. gibi kurucu ideolojiye sahip bol miktarda hâkim rejimin sahnede boy gösterdiği geçtiğimiz asra dayanıyor. Söz konusu ideolojiler ve hâkim rejimlerin dayandığı köken, insanların sorunlarına nasıl çözüm bulunacağıydı. Siyaset de bu ideolojilerin gerçekçi ya da sanal amaçlarını gerçekleştirmek için eşsiz bir araçtı. Bu üç hâkim rejim de kendisine dayanak olarak modern görünümlü uydurma efsaneleri alıyor. İran’daki İslam Cumhuriyeti, kaynağını 1979 İslam Devrimi’nden almakla övünüyor. Hâlbuki dört beş aylık isyan gösterileri neticesinde Şah ülkeyi terk etme kararı almış ve bu da iktidarda Mollaların kayda değer bir zorlukla karşılaşmadan hemen doldurdukları bir boşluk yaratmıştır. Tarihin tanık olduğu ve çoğu zaman karşıt ideolojiler arasında uzun soluklu mücadelelerin verildiği klasik devrimlerin aksine İran devriminin belirgin özelliği, sadece devrim önderlerinin kendilerine devrimci bir özgeçmiş yaratmalarını engelleyebilecek bir hız ve tuhaf bir kolaylıktır. Cezayir Demokratik Halk Cumhuriyeti’ne gelince kökleri, o dönemde NATO’nun en güçlü ikinci ordusu olan Fransız ordusuna karşı elde edilen ‘askerî zafere’ dayanıyor. Gelin görün ki hâkim Cezayir rejimi, bağımsızlığın hemen ardından ülkedeki iktidarı ele geçiren Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun Fransız sömürge güçlerine karşı verilen savaşta etkili olmayıp yalnızca ikincil bir rol oynadığı gerçeğini tamamen görmezden geliyor. Cezayir bağımsızlığına savaş meydanlarında doğrudan bir savaşın ardından değil Fransa ve dünya çapında siyasi bakış açılarındaki köklü değişimler ile Cezayirli sivil halkın gerçek ve kararlı direnişi sayesinde erişti. Venezuela’da ise Güney Amerika’da büyük birleşik devletlerin hayalini kuran lider Simon Bolivar’ın sahte özgeçmişi etrafında sanal bir efsane oluşturuldu. Bolivar, kendilerine özgü ulusal kimlikleri henüz oluşmamışken hem Bolivya hem Peru hem de Kolombiya’da aktif olarak başkanlık koltuğuna oturdu. Söz konusu üç hâkim rejimin ortak paydası, hepsinin de petrol ve doğalgaz zengini ülkeler olmasıdır. Bunun anlamı şu ki milli gelirde vergi tahsilatına dayanmamasından hareketle bu rejimlerin, halkları oldukça maliyetli ve rahatsız edici halk toplulukları olarak görmeleri mümkün. İran, Cezayir ve Venezuela, başkentlerinin çeşitli zirvelerine ev sahipliği yaptığı Bağlantısızlar Hareketi’nin üyeleri olarak kabul edilir. Bu bağlamda bu ülkeler, eski Sovyetler bloğuna duydukları sempatiye ve ABD liderliğindeki özgür dünyaya muhalif olmalarına bakılırsa Soğuk Savaş’ın bazı hatıralarını koruyor. Bu ‘karışım’ için kapsayıcı terim, ‘üçüncü dünya’ tabiridir. Bir diğer deyişle Batılı demokratik ülkeleri ‘düşman kampı’ olarak nitelerken aynı zamanda bu ‘kampın’ sağladığı ekonomik, sosyal ve kültürel imkânlardan olabildiğince faydalanma çabası içerisine girmek. Bakın mesela Humeynici İran rejimi, ‘Büyük Şeytan Amerika’ya karşı yoğun bir nefret ve düşmanlık güdüyor ama üst düzey yetkililerinin kızlarını oğlanlarını eğitim için Amerika’ya, rejim bekçisi yaşlıları da tedavi için Avrupa’ya göndermekten de geri durmuyor. İranlı kodamanların çoğu zaman yasadışı kaynaklardan elde edilen servetlerinin çoğu Batı Avrupa’daki değişik kanallarda aklanıyor ve Kanada bankalarına geçiyor. Hâkim Cezayir rejimi ise açıktan Fransız devletine ve önceki sömürgeci güce nefret kusuyor ancak Cezayir’de siyasi karar sahiplerinin pek çoğunun Fransa’da görkemli gayrimenkulleri var. Aynı şekilde bazıları da emeklilik sonrası hayatını ‘nefretlik’ Fransa’da geçiriyor. Ya da en azından son otuz senede bizzat hâkim Cezayirli elit, Fransa’ya uluslararası ortalamanın altında fiyatlarla bolca doğalgaz satıyordu. Venezuela’nın durumu da bunlardan farklı değil. Oradaki hâkim Bolivarcı elit, ülke ekonomisini daha önce hiç olmadığı kadar ABD’ye bağlamışken siyasi ve halkçı söylem, baskıcı Amerikan emperyalizmine karşıt çizgide durmaya devam ediyor. Bu üç ülkedeki hâkim rejim, ‘yatırım geliri sahipleri’ olarak bilinen yeni bir tabaka doğurdu. Bunların başlıca görevleri, her adımında hâkim rejimi destekleyen ‘halkçı üs’ oluşturmak. İran’da ‘Diri Şehitler’, ‘Şehit Aileleri’ ve ‘Hizbullah Destekçileri’, rejimi destekleyici bu tehlikeli rolü üstleniyor. Sayıları 400 bine varan ‘Yoksunların Seferberliği’ topluluğu söz konusu grupların askeri omurgasını oluşturuyor. Bu unsurların Cezayir’deki yansımasının adı ‘Mücahitler Ağı’dır. Bu ağ, 90’ların kara günlerinde meydana gelen silahlı yardımcı milisler ile benzer bir rol oynuyor. Venezuela’da yaklaşık 600 bin kişi, eski Başkan Hugo Chavez’in oluşumunu bizzat denetlediği yarı askeri Bolivarcı birliklere üye. Bunlar da ülkedeki rejime hizmet etmede benzer bir görev yüklenmiş durumda. Bu üç ülkede de rejim ordusu, yetkililer ve hâkim elit arasında olması lazım gelen güç dengesini koruyor. Ki ordunun kıdemli subayları, hâkim elit arasındaki ‘Vatandaşlar Bloğu’nun olmazsa olmaz parçasını oluşturmaktadır. İran’daki duruma dair son değerlendirmeler, rejim ordusunun büyük çoğunluğunun ülke sokaklarında gösteri yapan toplulukların lehine tutumlarını değiştirmeye hazır olmadıklarını gösteriyor. Ancak aynı zamanda ordunun, halk ayaklanmasını tek başına bastırmaya hazır olmadığına dair göstergeler de mevcut. Cezayir’de ülkenin büyük ekonomik faaliyetleri ile sıkı bağları bulunan rejim ordusu, kendisini siyasi karar sahibi elitlerin çalışmalarından uzak tuttu ve onları, Devlet Başkanı Abdulaziz Buteflika’nın yaklaşan başkanlık seçimlerine olan adaylığını çekmesinde kendini gösteren ilk tavizi sunmaya mecbur bıraktı. Venezuela ordusunun kıdemli subaylar topluluğu, dik durmak ve pek çokları tarafından ülkedeki iktidarı gasp eden kişi olarak görülen Başkan Nicolas Maduro’ya destek olmak konusunda hala çekimser. Bununla Bolivarcı silahlı güçlerin birliğini dağılmadan korumak hedefleniyor. Bu üç hâkim rejim de her insan topluluğunun içinde gömülü olan fikir ve çıkar çatışmalarını yönetmeye güç yetiren, sürdürülebilir ve güvenilir resmî kurumlar geliştirmeyi beceremedi. Bu rejimlerdeki mevcut krizlerin sokaklar ile kışla arasında doğrudan bir karşılaşmaya dayanmasının sebebi budur. Nazi Almanya’sı, Sovyetler Birliği ve Arjantin Peronizmi de dahil olmak üzere kısa ömürlü siyasi-toplumsal rejimler olarak adlandırabileceğimiz rejimlerin başına gelenler budur. Tüm ‘kısa ömürlü’ rejimler, yaşam sürelerini daha geniş ölçekli tarih bakımından oldukça kısa bir zaman diliminde sona erdirirler. Kısa ömürlü rejimlerde her şey yoğunlaştırılmış bir haldedir. Demem o ki bu rejimlerin ‘kaçınılmaz düşüşüne’ kadar her şey…
مشاركة :