Ülkenin mi yoksa liderin büyüklüğü mü?

  • 5/26/2019
  • 00:00
  • 2
  • 0
  • 0
news-picture

Büyüklük meselesi, Hindistan’daki son seçimlerin bir konusuydu. Seçmen sayısının ve bölgelerin çokluğu ile Başbakan Narendra Modi’nin temsil ettiği liderliğin büyüklüğü. İki durum da çelişkilidir. Hindistan, çoğulcu olduğu kadar büyüktür de. Genellikle bu ifade şu cümleyle eş anlamlıdır: Tek başına demokrasi, bu ülkenin/kıtanın din, dil ve etnik zıtlıklarını azaltıyor ve iç çekişmeleri ilgili kurumlara transfer ederek şiddet olasılığını engelliyor. Dolayısıyla demokrasinin büyüklüğü, ülkenin ve barışın büyüklüğünü garanti altına alıyor. Liderin büyüklüğü ise bununla çelişiyor. Modi, günümüz dünyasının en bariz popüler milliyetçilerden birisidir. Modi de seçkin karizmasıyla Putin, Cinping, Trump, Erdoğan ve Netanyahu gibi takdim ediliyor. Moda bu şekilde. Modi, küçük bir tesise sahip bir çaycının oğludur. Bakanlıkların tüm işlerini ofisinden yönettiği gibi eleştiriye tahammül edemiyor. Modi’nin partisi, 1971’den beri ilk defa ittifak yapmadan 2014’te ve daha sonra da son seçimlerde parlamentoda kesin çoğunluğu elde etti. Modi yanlıları, yüksek işsizlik oranları, tarım ve sanayideki düşük gelirler, vergi reformunun olumsuz sonuçları, yolsuzluk ve gayrisafi yurt içi hâsılanın gerilemesi gibi ilk dönemin ekonomik sorunlarını Modi’ye yüklemiyor. Modi yanlıları, Modi’ye ikinci kez oy vermenin zorunlu olduğunu düşündü. Çünkü kendi başarısızlıklarının üstesinden sadece Modi gelebilir. Modi’nin söylemleri, kendisine neden mutlak bir şekilde itaat edildiğini açıklamaktadır. Diğer bir ifadeyle onun söylemleri, mutlak itaatin kaynağıdır. Modi, Pakistan’dan intikam almaktan, halkın izzetinden ve güçlü ordu inşa etmekten bahsediyor. Ayrıca o, Hindistan’ın nükleer güce sahip olmasından dolayı gurur duyuyor. Fakat Modi ve onun aşırı Hint milliyetçiliği, Hindistan’ın çoğulcu yapısını tehdit ediyor. Aynı zamanda bu, demokrasiyi etnik demokrasiye ve çoğunluğun iktidarına dönüştürmekle tehdit ediyor. 2014 yılında Modi’nin seçim kampanyası, ekonomiye ve ekonomik vaatlere yoğunlaştı. Ancak şu anki ekonomik gerileme nedeniyle mevcut kampanya, kimliğe ve kimlik düşmanlarına odaklandı. Modi’nin bağlı olduğu ideoloji ve parti, endişeleri artırıyor. Radikal süreç, 1925 yılında kurulan, Avrupa’daki sağ milliyetçi ve faşist atmosferden etkilenen ve “Hindistan Hindularındır” sloganı atan Rashtriya Swayamsevak Sang’la (Ulusal Gönüllüler Birliği) birlikte başladı. Vinayak Damodar Savarkar; Hindular, Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasında eşitlik ilkesini reddederek, 1923 yılında “Hindutva(Hintlilik): Hindu kimdir?”  başlığıyla “Hindistan Hindularındır” teorisinin temelini attı. Müslümanlar ve Hıristiyanlar, Hint halkı için ciddi bir tehlikedir. Müslümanların ve Hıristiyanların kutsal mekânları, Hindistan dışında yani Arap Yarımadası’nda ve Filistin’de bulunuyor. Daha sonra 1951 yılında İslam, komünizm, laiklik, Pakistan, Rusya ve Çin karşıtı Hint Halk Birliği (Bharatiya Jana Sangh) kuruldu. Lideri Atal Bihari Vajpayee, İndira Gandhi’ye direnmek için 1975 yılında Halk Partisi’ni (Bharatiya Janata) kurdu. 1977 yılında Morarji Desai liderliğinde Halk Partisi, ilk kez Kongre Partisi’ni hezimete uğrattı. 1980 yılında Hindistan Halk Partisi (Bharatiya Janata) kuruldu. Modi de parti içerisindeki gençlerden birisiydi. 1980’lerin sonunda parti, Ayodhya kasabasında bulunan ve 16’ıncı yüzyıla dayanan Babri Camisi’nin yerine bir Hindu tapınağı inşa etmek için etnik kışkırtmadan istifade ederek gücünü artırdı. Aşırılıkçı Hindulara göre Babri Camisi, Kral Rama adına yapılan tapınağın yerine inşa edilmişti. 1992 yılında tapınak inşası nedeniyle şiddete başvuruldu. Şiddet sonucu 2 bin kişi hayatını kaybetti. Caminin yıkılması ise çoğulcu projenin yıkılmasını sembolize etti. Nitekim Mahatma Gandi ve Pandit Nehru, çoğulcu projenin savunucularıydı. Aynı zamanda çoğulcu proje, 1950 anayasasına da yansımıştı. Modi’nin son seçim kampanyası, milliyetçilik, Hinduizm, Müslümanlarla ilgili terör, Bangladeşli göçmenlere yönelik düşmanlık, Pakistan’la çatışma ve Keşmir sorunu gibi bölücü sloganlara kadar gitti. Ayrıca bu sloganlar, halkı vatanseverler (Modi yanlıları) ve vatansever olmayanlar (Modi karşıtları, 190 milyon nüfusa sahip Müslümanlar ve Ulusal Kongre’nin lideri Rahul Gandhi gibi Müslüman yanlıları) şeklinde iki kısma ayırdı. Modi’nin yardımcılarından birisi, Mahatma Gandhi’ye suikast düzenleyen Hindu milliyetçi Nathuram Godse’yi tereddüt etmeden “vatansever “olarak nitelendirdi. Müslümanların mevcut durumu bundan daha önemlidir. Parlamento içerisinde ve güvenlik kurumlarında Müslüman temsilci sayısı azaldı. Aşırılıkçı Hindulara göre kutsal sayılan ineğin etini yemelerinden dolayı Müslümanlara karşı şiddet olayları katbekat arttı. İktidar, şiddeti durdurmak için ara sıra müdahalede bulundu ve suçluları cezalandırmadı. Bu anlamda Modi, Hint birliğinin ve Hint demokrasisinin garantörü değildir. Modi, Hindistan’da seçimlerin garantörü olabilir; ancak seçimler, daha fazla etnik kutuplaşmaya yol açabilir. Irak ve Lübnan gibi etnik ülkelerdeki seçim deneyimleri bunu göstermektedir. Mevcut kimlik döneminde seçimler, çoğunluğun azınlığa üstün gelmesi için kullanılabilir ve ardından da çoğunluğa anayasal meşruiyet verilebilir. Bu durumda halk, kendi çıkarlarına ya da düşüncelerine göre oylama yapmıyor. Halk, din ya da mezhepçilik savaşında asker olduğu için oy kullanıyor. Zaten büyük liderin karakterinde de din ya da mezhep liderliği ortaya çıkmıştır. Fakat ülkenin büyük kalması isteniyorsa ve bekası için gerekli birtakım uzlaşıların muhafaza edilmesi düşünülüyorsa lider, biraz zayıf kalmalıdır.

مشاركة :