Hirohito mu yoksa Musanın asası mı?

  • 10/23/2019
  • 00:00
  • 5
  • 0
  • 0
news-picture

Meslektaşımız Muhammed el-Mahmud’un, “Arap Kültüründe Şiddet” başlıklı haftalık yazısı, bir kısmı konu ile bağlantılı, büyük bir bölümü ise düşünceyi tartışmadan yazarı kınayan şiddetli –her zaman olduğu gibi- bir tartışma yarattı. El-Mahmud’un düşüncesi özetle şiddetin Arap kültürünün bir parçası olduğuydu. Kendisi bunun insanların günlük yaşamda birbirlerine karşı davranışlarından, sorunlarını, duygu ve düşüncelerini ifade etmek için kullandıkları ifadelerden, şiir, atasözü ve diğer özlü sözlerden açıkça görüldüğünü düşünüyor. Ancak verdiği en belirgin örnekler, siyasi alanda yer alıyor. Elbette el-Mahmud’un bu düşüncesine destek veren olabileceği gibi karşı çıkanlar da olacak. Bu çok doğal olduğu için de iki görüşten birini tartışmamıza gerek yok. Ancak bunun gündeme gelmesini fırsat bilip söz konusu tartışma çerçevelerinden birini yani bireysel ve kolektif davranışlarda barış ya da şiddet eğilimini açıklamak istiyorum. Bu noktada güç ilişkilerine yani iki ya da daha fazla taraf arasında – bildiğimiz gibi bireylerin devletle ilişkisi bunun en öne çıkan örneğidir- güç eşitsizliği ışığında doğan ilişkilere odaklanacağım. Ancak organize ya da yarı organize gruplar hatta etkili şahsiyetlerin temsil ettiği daha küçük boyutlu güçleri de dışlamamak gerekiyor. Söz konusu mesele için en uygun araştırma çerçevesi siyasi kültürdür. Bu, nispeten yeni olan bilimsel alanlardan biridir. Amacı ise, güç ilişkilerini etkileyen zihinsel bileşenleri tanımlamak ve yorumlamaktır. Bu araştırma en başından itibaren şu soruya cevap arıyordu: Demokrasiye geçiş neden bazı ülkelerde başarılı olurken bazılarında tökezledi? Bu soru; konu ile ilgili bir saha araştırması yapan ve sonuçlarını “The Civic Culture” (Yurttaşlık Kültürü) adlı kitapta yayınlayan Gabriel Almond ve Sidney Verba’nın çalışmalarının ana motivasyonuydu. Bana göre bu kitap bu alandaki en önemli kaynaktır. Ancak Daniel Lerner gibi diğer araştırmacılar, konuyu başka bir boyuta taşıyarak şu soruya odaklandılar: Bir toplumun demokrasiye geçişe daha çok ya da az hazır olmasına neden olan etmenler nelerdir? Bu sorudan yola çıkarak bir demokatik durum ile diğeri arasındaki büyük farklara (bireysel ve kolektif zihniyetteki) ilişkin yeni bir araştırma başladı. Ben ise önceki araştırmalarımdan da temel farkın; toplumsal kültürün, şiddet ve katılığa karşılık uzlaşı ve görüşmeye verdiği nispi değer olduğu sonucuna vardım. Diğer bir deyişle iki tür kültür ile karşı karşıyayız: Kesin ve hızlı çözümleri yücelten bir kültür ile; uzun müzakareler ve tartışmaları, tekrarlanan çalışmaları öven ve sorunları çözmek için güç kullanmayı kınayan kültür. Birinci tür kültürün egemen olduğu toplumların beklentisi Musa’nın asası ve İskender’in kılıcı gibi kesin çözümler sunan güçlü bir liderdir. İkinci tür kültürün egemen olduğu toplumlar ise, müzakare sanatını iyi bilen hatta gerektiğinde çözüme ulaşmak için kişisel onurundan bile taviz verebilen bir lidere karşı daha tahammüllüdür. Bu konuda aklıma ilk gelen örnekler eski Japonya İmparatoru Hirohito ve Güney Afrika lideri Nelson Mandela’dır. Her ikisi de ülkelerini şiddetli çatışmadan barış ve ilerlemeye taşıyan muazzam bir değişime liderlik ettiler. İki liderin de başarısı büyük oranda toplumu; kurtuluş yolunun, şiddeti ve çatışmayı sürdürmek ya da saldırılara aynı şekilde karşılık vermekten değil, geç de olsa amaca ulaşana kadar düşman ile müzakarede yattığına ikna etme yeteneklerinde yatmaktadır. Yazımızın sonuna gelmişken sevgili okuyucularımdan kendilerine şu soruyu sormalarını istiyorum: Ülkesinde hangi tür politikalar (politikacılar) görmek istiyorlar? Kararlı ve hızlı hareket eden bir lider mi, yoksa yavaş ve müzakereci bir lider mi? Toplumların şiddetli ya da yumuşak ilişkilere eğilimleri, demokrasi ya da diktatörlüğe dönüşüm yetenekleri, çoğunluğun iki tür politika ve politikacılardan birine olan meyillerine bağlıdır.

مشاركة :