Fransa’daki Sorbonne Üniversitesi’nde Fiziki Coğrafya Profesörü Xavier de Planhol (1926-2016), İran’ın dört bin yıl önce toprak ve halk arasındaki ebedi ilişki ilkesi üzerine kurulduğuna inanıyor. De Planhol’a göre İran, ‘bugün hala var olan en eski emperyal tarzdaki bir siyasi oluşumdur.’ Ancak kültürel zenginliğine rağmen emperyalizm, milliyetçilik ve ideolojiler arasında gidip gelen imparatorluk karakterine sahip bu siyasi varlık, Büyük Pers sakinleri için bir trajedi kaynağıydı. Daha sora İran platosunun sakinleri için sıkıntılara, savaşlara ve kuşatmalara neden oldu. Ardından 1925’te Pehlevi devletinin ve 1979’da İslam Cumhuriyeti’nin kurulmasından bu yana modern İran sınırları içinde kimlik tanımlamada bir kriz yaşandı. Tarihi olarak Pers ülkesi ya da İran, özellikle yeniden kuruluş aşamasında ‘toprak ve halk’ denklemini korumak için vergi ödedi. Varlığın (Safevi Sultanlığı) sınırlarını belirlemek için coğrafyayı küçültmek zorunda kaldı. Öyle ki 16. yüzyılın koşulları, kendisi ve rakibi Osmanlı arasında ideolojik sınırlar koymak amacıyla, halk ve coğrafya arasındaki ideolojik bağı dayattı. Bu bağ, devletin ve halkın kimliğini birleştirmeyi başarsa da İran platosu sakinleri, hükümdarlarının maceralarının ve Safeviler, Kaçarlar ve Pehlevilerin yaptıkları seçimlerin bedelini ödedi. Bu, daha önce ‘bir dış düşmanla yüzleşme saplantısı ya da halkları arasındaki birlik ve İran topraklarının birliği için içsel bir korku’ yaşamış ve yaşamakta olan İran milletinin kaygı düzeyini artırdı. İran’da ulusun ve coğrafyanın kolektif kimlik arayışı krizi, Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin saplantısıydı. Babasının İran halklarının birliğini tesis ettiği imparatorluk tacının sembolizmini tükettikten sonra Muhammed Rıza, efsanevi geçmişi geri getirmeye ve Şahasat Darius (Kralların Kralı Darius) veya I. Darius modelini geri getirmeye başvurdu. 1971’de Ahameniş İmparatorluğu’nun kuruluşunun 2 bin 500’üncü yıldönümünü anmak için ünlü bir kutlama düzenledi. Bu, ulusal kimliği yeniden inşa etmeye yönelik başarısız bir girişim oldu. Ayetullah Humeyni, İran halklarının kolektif kimliğinin krizini erkenden fark etti. Ve onlarca yıldır milletin birliğinin sembolü olan Şahasat’ın tacını, İran halklarını manevi pelerini altında toplayan Velayet-i Fakih’in sarığı ile değiştirdi. Ama Şii İslami siyasi projesinin başarısızlığı ve Velayet-i Fakih sisteminin erken dönemdeki gevşekliği ve ideolojik meşruiyetini tamamen yitirmesi; sistematik bir ayrımcılık ve dışlama sürecine maruz kalan İran halklarını, ‘devletin ideolojik kimliği pahasına ikincil kimliklerini yeniden genelleştirmeye’ zorladı ve merkezi devlet ile milliyetler arasındaki ilişkide bir krizin ortaya çıkmasına neden oldu. 1978’de Şah, Azeri vilayetlerindeki olayların ciddiyetinin farkında değildi. Azeri şehri Tebriz’deki çatışmaların, tüm İran şehirlerine yayılacağını ve 1979’da kendisini devirecek bir halk devrimine yol açacağını fark edemedi. Özellikle Azerbaycan Cumhuriyeti ile yaşanan siyasi gerilimin İran’daki yetenekli Azeri vatandaşları öfkelendirmesinin ardından İran rejiminin, şu anda kaçınmaya çalıştığı şey bu. Zira Azeriler, ‘devlet üzerindeki tarihsel etkileri, onu yönetmedeki birincil rolleri, coğrafi konumları ve büyüklükleri’ nedeniyle İslam Cumhuriyeti’ndeki siyasi istikrarı tehdit ediyorlar. Azerilerin İran yapısındaki konumu ve etkinlikleri diğer milletlerden farklıdır. Üstelik Türk ve Azeri komşularıyla olan tarihi ve etnik derinlikleri, onlara İran rejimini zincirleyen ve hesapsız bir macera düşünmemeye iten hayati bir uzantı sağlıyor. Özellikle de Bakü’nün İran Azerilerinin içlerine nüfuzu, Tahran’ın Azerbaycan içlerine nüfuzundan çok daha fazla. Bakü, Tahran’ın ideolojik ve manevi olarak genişlemesine izin vermemiştir. Erken dönemde İran ideolojik etkisinin her düzeyden dışarı sızabileceği tüm pencereleri kapatmış ve İran dini okullarına giden yolu kesmiştir. Tahran ise Lübnanlılar, Afganlar, Iraklılar ve Pakistanlılara benzer şekilde Azeri gençleri de dış savaşlarına dahil etmeyi başaramamıştır. Daha da önemlisi Bakü, kendi toplumu için İran’daki Azeriler açısından bir model haline gelen laik bir karakter oluşturmuştur. Bu bağlamda Tahran ve Bakü arasındaki kriz, İran rejimi açısından yalnızca jeopolitik olarak benzeri görülmemiş bir endişe kaynağı teşkil etmiyor. Aksine bu kriz, iç yansımaları nedeniyle ulusal düzeyde daha da karmaşıktır.
مشاركة :