1979 İran devriminin başarısından sonra sahipleri, devrimi Arap dünyasına ihraç etme sloganını yükselttiler ki gerçekten de şimdiye dek olan şey buydu. Irak ve Suriyenin yanı sıra Lübnanda da bir İran işgali var. Ayrıca Yemenin bir bölümü de velayet-i fakih devletinin bir cephesini teşkil eden Husilerin kontrolünde bulunuyor. Ayrıca burada, Arap Maşrık ülkelerinin çoğu üzerinde mutlak hakimiyete sahip olan İran devletine bağlı bazı oluşumlar da var. ABDnin 2003te Irakı işgalinin ve Saddam Hüseyinin liderliğindeki rejimi devirmesinin, meşhur sekiz yıllık savaştan sonra İrana altın tepside sunulan en büyük hediye olduğu konusunda bir ittifak var. Kesin olarak bilinen bir şey daha var ki, o da Suudi Arabistan Krallığının, Arap bölgesinde tüm sınırları ihlal eden İran’ın genişlemeci politikalarına karşı en tepkisel devlet olduğudur. İran’ın velayet-i fakih devleti işgalci bir vasıfla genişlemektedir. İran, ikisi en önemli Arap ülkelerinden olan -yani Irak ve Araplığın nabzının attığı Suriye- dört Arap ülkesinde hakimiyet sahibidir. Bu hakimiyet alanına Lübnan ve Yemenin yanı sıra Kızıldeniz’in büyük kısmını, Babülmendep’i ve Arap Denizi’ni de ekleyebiliriz. Hatta bazı büyük ülkeler İranın bu önemli stratejik bölgenin denkleminde ana figür haline geldiğini söylüyor. Tüm bunlar velayet-i fakih devletinin, Arap dünyasındaki terörizmi ve ürkütücü genişlemesiyle, Siyonist düşman devletten bile daha tehlikeli hale geldiğine dair bir kanaat yarattı. Hatta bazıları Devrim Rehberi’ni -Allah muhafaza- Ortadoğu’nun Adolf Hitleri olarak tanımlamaya başladı. İran devleti her ne kadar tam anlamıyla olmasa da bir nükleer programın eşiğindedir. Yalnızca Arap ülkeleri değil, doğu ülkelerinin tamamının bu tehdit karşısında sessiz kalmamaları gerekir. Elbette işlerin bu raddeye ulaşmasıyla birlikte bölge ülkelerinin, Tahran’ın yıkıcı ve tehlikeli politikasına devam etmesi halinde askeri kapasitelerini artırmayı ve nitelikli silahlar elde etmeyi düşünmeleri şaşırtıcı değil! Buna göre bazı gözlemciler, eski ABD Başkanı Donald Trumpın 9 Mayıs 2018de nükleer anlaşmayı iptal etmesi yönünde fiili bir baskının bulunması gerektiğini düşünüyorlar ki bu, üst düzey bir Suudi yetkilinin ABDye yaptığı uzun bir ziyaretin ardından geldi. Burada bir kez daha hatırlatmak gerekirse, İranın Arap dünyasında ve özellikle Irak ve Suriye gibi kilit Arap ülkelerindeki işgalci müdahaleleri karşısında gerçek ve etkili bir meydan okuma Suudi Arabistan Krallığı’ndan gelmektedir. Suudi Arabistan, velayet-i fakih devletinin faaliyetleri karşısında gerçek bir muhalefeti ve meydan okumayı temsil etmektedir. Burada, Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi (KİK) tarafından geliştirilen Yarımada Kalkan Gücü’nün Bahreynde terör operasyonlarını engellemek için inisiyatif aldığından da söz etmek gerekir. Bahreyn’deki bu operasyonların arkasında Humeynici ve Hamaneyci İran’ın bulunduğuna şüphe yok. Hatta, İran’daki Şahlık rejiminin bile Bahreyn de dahil olmak üzere bir dizi Arap Körfez ülkesini hedef aldığı biliniyor. Burada yakın ve uzak tarihin de tanıklığıyla yukarıda zikrettiklerimizin tüm İranlılar hakkında olmadığını söylemek gerekir. İranlıların aslında tek bir halk olmadığı bilinmektedir. Burada Arapların ve Kürtlerin yanı sıra Türkler gibi ulusal aidiyetleri netleşen bazı ulusal azınlıklar ve Feylîler gibi pek çok halk vardır. Ayrıca gerçek ve ulusal aidiyetlerini göstermek ve duyurmak isteyen, Arap olduğunu ve ulusal anlamda Arap milletine mensup olduğunu söyleyen pek çok kimse var. Dolayısıyla Kürtlerin bu daire içine dahil edilmesi doğru değildir. Burada işaret edilmesi, daha doğrusu vurgulanması gereken bir şey daha var ki o da İran asıllı pek çok kişinin ve tabi ki uzun tarihi süreçte ‘Kürtler’ olarak bilinen kimselerin Arap ulusuna mensup hale geldikleridir. Hatta Arap ulusu içinden çıkan bazı seçkinleri, Baas Partisi ve Arap Milliyetçi Hareketi gibi milliyetçi partilerin en önemli isimleri olmuş ve olmaktadırlar. Filistinli militan grupların birçok lideri de böyledir. Bu, Filistin ulusal mücadelesinin başlangıcından bu yana ön plana çıkan büyük isimler hakkında da söylenebilir. Dolayısıyla tüm bunlar göz önüne alındığında tüm “İranlıların” velayet-i fakihin takipçileri ve Arap ulusunun tarihi düşmanları olarak görülmemeleri gerekir. Bu kesinlikle doğru değildir. Benzer bir durum ulusal mücadelede ve özellikle de Maşrik’te önemli rol oynayan “Kürt” kardeşlerimiz için de geçerlidir. Birçoğu, tarihsel aşamalarda Arap ulusal mücadelesine önderlik etmişlerdir. Tarihi kahraman Selahaddin Eyyubinin, İslam, Müslümanlar, Araplar ve Araplık için Kürtlerin kahramanca bir armağanı olduğu bilinmektedir.
مشاركة :