İran rejimi boğucu ve artan bir kriz dairesinin içinde dolanıp duruyor ama bu esnada meydan okuma ve tehdit yöneltme siyasetini de sürdürüyor. Ancak bu siyaset artık kimseyi korkutmuyor. Rejimin bazı Avrupa başkentlerinde muhaliflerine yönelik saldırı eylemleri gerçekleştirdiği ortaya çıktıktan sonra işte AB ülkeleri de Tahran’a yaptırım uygulama akımına kapılıyor. Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ise Tahran’a uygulanan yaptırımlardan dolayı Avrupa’yı kasıp kavurabilecek bir ‘uyuşturucu ve sığınmacı tufanı’ olarak adlandırdığı şeye karşı uyararak Avrupalıları ürkütme girişiminde bulunmakta tereddüt etmiyor. Geçtiğimiz çarşamba günü Ruhani, İran’ın son 40 yıl içerisindeki en zorlu ekonomik krizle yüzleştiğini ve bunun sorumlusunun kendi hükümeti değil Amerikan yaptırımları olduğunu açıkça dile getirdi. Bu durumun dile döküldüğü esnada geçen seneden bu yana işçiler, çiftçiler ve tüccarlar tarafından düzenlenen protesto gösterileri de devam ediyordu. Bunun için ‘Yüce Rehber’ Ali Hamaney’in danışmanı General Yahya Rahim Safevi’nin iki gün önce ülkesinin ‘karmaşık tehditlerle’ karşı karşıya olduğunu ve Venezuela’nın akıbeti ile yüzleşebileceğini söylemesi pek dikkat çekmedi. Yaptırımlar dışında kendisine saldırmaya hazırlananların varlığı belirgin olmamakla birlikte Safevi’nin İran’ın savunmadan saldırıya geçme stratejisi üzerinde çalıştığını söylemesi, özellikle Maduro rejimini destekleyen Rusya ile ittifak çağrısı yapılmışken tuhaflığın çerçevesini daha da genişletiyor. Bu sözler, Tahran’ın Moskova’yı açıktan açığa Suriye’de kendisine yönelen ve tüm ayrıntılarının Moskova ve Tel Aviv arasında önceden konuşulduğu söylenen İsrail baskınlarına göz yummakla itham ettiği bir vakte denk geldi. İran’ın 40 yıldır karşılaşmadığı bir mali ekonomik kriz söz konusu. Amerikan doları geçen yılın başında 35000 tümen iken bugün, İran para biriminden 3 sıfır atıldıktan sonra, 421050 tümene denk gelir oldu. Ruhani bu krizden hükümetin değil Amerikan yaptırımlarının sorumlu olduğunu söylüyor ya, en azından kriz hakkındaki açıklamasının Savunma Bakanı Emir Hatemi’nin şu açıklaması ile aynı zamana denk geldiğine dikkat etsin: Ülkenin füze kapasiteleri, pazarlığa açık değildir. Sanki bu kapasiteler maddi bir maliyet gerektirmiyormuş gibi! Aynı şekilde Ruhani’nin boğucu mali krize dair çarşamba günü yaptığı açıklama, aynı gün Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri tarafından ‘İktidar 40’ Silahlı Kuvvetler sergisinin açılışında yapılan şu açıklamadan bağımsız okunabilir mi: Ülke, dünyadaki en üstün savunma sistemine sahip güçler arasına girmeye hazırlanıyor. Sergide insansız hava araçlarından fırlatılan Ahker (kıvılcım) adındaki yeni bir füze de dahil olmak üzere 500 ürün mevcut. Sanki tüm bu askeri yatırımlar İran’a pahalıya mal olmuyor. Bir de bölge içinde ve dışında desteklediği milisler ve askeri kollara tahsis edilen bütçeler var! Ruhani’nin 40 yıldır görülmemiş bir ekonomik krize dair konuşması yeterli gelmeyip krizden önceki açıklamalarını da hatırlamak gerekebilir. Mesela 29 Ağustos’ta yani 6 ay önce meclis karşısındaki sözlerini hatıra getirelim. Ne demişti: “İran halkının büyük bir kısmı, Amerikan yaptırımlarından sonra İslam Cumhuriyeti’nin geleceğine dair inancını yitirdi. Ülke bir ilerlemeye şahit olurken şimdi ne oldu da her şey bir anda değişti diye soruluyor. Bu tuzağın uygulanmasına izin vermeyeceğiz ve bu zorlu koşulları atlatacağız”. Ama nasıl? Neye dayanarak? Hangi siyasete göre? Peki, bu sözler üzerinden 6 ay geçtikten sonra gelinen nokta ne: Paradan 3 sıfır atma, krize dair konuşma ve hükümetin güç kullanarak yüzleştiği halk ve işçi protestolarının devam etmesi! Sanki Ruhani tam 1 sene önce yani 31 Ocak’ta söylediklerini kendisi de unutmuş gibi. İslam Cumhuriyeti’nin 39. yıldönümü kutlamaları sırasında Humeyni’nin kabri önündeyken televizyona ne demişti hani: “Ülkedeki tüm liderlerin halkın talep ve beklentilerine kulak vermesi gerekir. Önceki rejim her şeyi elden kaçırdı çünkü vatandaşların ses ve eleştirilerini duymadı. Şah, reformcuların, danışmanların, akademisyenlerin, seçkinlerin ve entelektüellerin çağrısına kulak asmadı”! Soru şu: O, krizle boğuşan ve değişim talepleri ile gösteri yapan İranlı vatandaşların sesini duymadan önce onun yani Cumhurbaşkanının sesini duyan kim? Yaptırımlar rejimi zayıflatıyor diye Batı’yı ‘uyuşturucu ve sığınmacıya’ boğmakla tehdit etmekten başka bir şey bulamazken nasıl oluyor da krizin vahşetinden şikâyet edebiliyor? ‘Yüce Rehber’ Hamaney’in danışmanı General Safevi, İran’ın Venezuela’nın karşılaştığı sonla yüzleşebileceği konusunda uyarıyor; Cumhurbaşkanı boğucu krizden şikâyet ediyor ama Savunma Bakanı, Avrupalıların müzakere çağrılarına karşı çıkarak ülkenin füze yetenekleri ile böbürleniyor. Bu, çelişkilere dayanan, dışarıda hiçbir şekilde anlaşılamayan ve içerideki tepkilere tam anlamıyla göz yumup kulak tıkayan bir politikadır! Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’in Amerikan yaptırımlarının başlamasıyla birlikte geçtiğimiz 24 Haziran’da çelişkiler akımına nasıl kapıldığı bununla anlaşılabilir. ABD, İran’ın ekonomi damarlarını tıkamaya karar verip daha önceki uluslararası yaptırımları atlatması için Tahran’a yardımcı olan iki iş adamı Reza Zarrab ve Ali Sadr Haşimi’yi tutuklayarak İran’ın varlıklarına tamamen el koyduktan sonra Zarif, açıkça rejimin düşüp İran’ın dağılması konusunda uyarmış ve en baştan Tahran üzerine oynayan Avrupalı ülkelerin daha fazlasını yapamayacağını söylemişti! Ama yine aynı Zarif, 6 ay sonra bu sözleri unutup Doha’da düzenlenen bir forumda kurumlu bir eda ile şöyle diyor: “Amerikan yaptırımlarının ardından baskılarla karşılaştığımız ortada. Ancak bu bizim siyasetimizi değiştirir mi? Sizi temin ederim ki böyle bir şey olmayacak. İranlıların usta olduğu bir sanat varsa o da yaptırımlardan kaçma sanatıdır. Bu sanatı başkalarına gösterebilir; yaptırımlara tâbi olarak 40 sene yaşayabiliriz”! Ama işte İran’ın Venezuela’nın karşılaştığı son ile karşılaşma endişesi ayan beyan ortada. Hatta Hamaney’de bile bu endişenin belirtilerine rastlanabilir. İşte Ruhani, açıkça İran’ın son 40 yıl içerisindeki en zorlu krizle yüzleştiğini ifade ediyor; protesto yapan vatandaşların İslam Cumhuriyeti’nin geleceğine dair inancını yitirmelerinden ötürü İranlı yetkililere Şah’ın akıbeti ile yüzleşmek konusunda yönelttiği tüm eski uyarıları atlayıp unutarak. Bununla birlikte haber kanalları, muhafazakâr akım teorisyenlerinden biri olan Stratejik ve İtikadi Araştırmalar Merkezi Başkanı Hasan Abbasi’nin şu sözlerini aktardığında bunların hiçbir anlamı kalmadı: “İran’ın İran takvimine göre 1444, miladi takvime göre 2065 stratejisi, Aşura merasimlerini Beyaz Saray’ın Hüseyniye’sinde gerçekleştirmek, Mehdi’nin doğum gününü Buckingham Sarayı’nın ilgili odasında kutlamak, Kadir gecelerini Versay Sarayı’nda ihya etmek ve Kudüs’ü Tahran’ın güneyindeki evliya türbelerinden daha kolay bir şekilde ziyaret etmek”!
مشاركة :