Bölge yıkıcı bir bölgesel savaşı mı bekliyor?

  • 11/11/2021
  • 00:00
  • 4
  • 0
  • 0
news-picture

Liberal yenilikçiler ile muhafazakarlar arasında tırmanan çatışma bağlamında şu anda İranda olanlar, yalnızca İranlıları değil, tüm bölgeyi ilgilendiriyor. Bu çatışmanın şu veya bu taraf lehine sonuçlanmasının, İran’a komşu ve sınırdaş Arap ülkeleri ile Türkiye ve Pakistan gibi yine komşu İslam ülkeleri başta olmak üzere tüm bölgeye doğrudan yansımaları olacaktır. İran bölge ülkeleri için bölgesel bir güçtür. Bu nedenle, 20’inci yüzyılda önceki yüzyıllarda olduğu gibi bu bölgede önemli bir odak noktasıdır. Bu bağlamda, Tahranın, geçen yüzyılın ortalarında kamplar çatışması ve Soğuk Savaş günlerinde liderliği, İngiltere’den ABD’ye intikal eden Batı için ileri bir cephe olduğu hatırlatılabilir. Kamplar çatışması ve Soğuk Savaş günlerinde eski Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdunnasır İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi ile görüştüğünde, Tahran, Arap bölgesindeki doğu kampının ileri kalesi Kahirenin karşısında Batı’nın ileri kalesini temsil ediyordu. Bu nedenle, Şah’ın Tavus Kuşu Tahtının çöküşüyle ​​​​sonuçlanan yetmişlerin ikinci yarısındaki gelişmeler, sosyalist kamptan Araplar ve Sovyetler Birliği için bir zafer addedildi. Her ne kadar dönemin Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat, Mısır’ı Doğu kampından çıkarıp Batı kampı dairesine yerleştirmiş olsa da. Araplar genel olarak eski Şahı, Arap meseleleri ve en önemlisi Filistin davasına düşman ittifakın bir parçası olarak görüyorlardı. Tahranın o dönemde Araplar ve sorunlarına karşı taraflılığının adresi, İran başkentinin en önemli caddelerinden birinde bulunan İsrail ticaret ofisi idi. Bunun bir ofisten ziyade en önemli Batı elçilikleri düzeyinde gerçek bir elçilik olduğu kanıtlanmıştı. Bir gerçektir ki Humeyni İslam Devriminin başarılarından biri, bu ofisi bugün halen var olan Filistin büyükelçiliğine dönüştürmüş olmasıdır. Dolayısıyla İran bölgede merkezi ve ana bir konuma sahip olduğundan, devrimin zaferi ve1979da Tavus Kuşu Tahtının devrilmesi, bütün bölgede bir depreme neden oldu. Kendilerini Sovyetler Birliği liderliğindeki doğu ittifakının bir parçası olarak görenler, derinliklerinin Beyruttan Horasana kadar uzandığını hissettiler ve Şah rejiminin çöküşünü Batı kampında yer alan birçok komşu rejimin çöküşünün izleyeceğini sandılar. Ardından "muzaffer devrimin!" liderleri, 62 yıl önceki Bolşevik devriminin zaferinden sonra Lev Troçkinin, yaptığı gibi, sürekli devrim sloganını yükselttikleri için, bölge ülkeleri bir öz savunma biçimi olarak birleşmeye başladılar. Bu birleşme, hem kendi kendinin hem de Batının tamamının, özellikle de ABDnin İran depremini sindirmek ve kuşatmak için seçtiği Saddam Hüseyinin etrafında gerçekleşti. Böylece o kritik yıllarda bölgedeki ve dünyadaki tüm gözler İrana çevrildi. İran, birden fazla ülkede iç olay haline geldi. İslamcı, milliyetçi ve sol muhalif güçler de kendi yönelimlerini ve programlarını mevcut rejimlere empoze edebilecek, isterlerse iç işlerine müdahale edebilecek hale geldiklerini hissetmeye başladılar. Şah Muhammed Rıza Pehlevinin devrilmesinden büyük bir sevinç duyan Sovyetler Birliği, kısa süre sonra İran depreminin dalgalarını kendi ayaklarının altında da hissetmeye başladı. En önemli komşu ülkede başarılı olan devrim, yönetimi altında bulunan tüm İslam cumhuriyetlerindeki kurtuluş hareketlerinin, uzun süren, hegemonyası şiddetlenen, tiranlığı yoğunlaşan despot bir dinsiz rejimden kurtulma ve özgürleşmenin mümkün olduğuna dair umutlarını yeniden canlandırmıştı. Böylece, başlangıçta Şah rejiminin devrilmesinden mutlu ve hoşnut olan Sovyetler Birliği bile, kısa sürede, gizli ve açık amaçları ondan önceki Musaddık devrimi gibi İran devrimini sindirmek ve yıkmak olan Saddam Hüseyinin yandaşları cephesine katıldı. Aslında 1980den 1988e uzanan 8 yıllık savaş sadece bir Irak-İran savaşı değil, birkaç istisna dışında bölgesel ve küresel bir savaştı. Böylece, Humeyni devrimiyle ilgili olarak, henüz başlangıç ​​aşamasındayken sindirilmediği ve kendisine karşı konulmadığı takdirde İran ile sınırlı kalmayacağına dair kesin bir inanç oluştu. Bir kez daha gerçek şu ki, Saddam Hüseyin Humeyninin devriminin genişlemesine karşı durmamış olsaydı, Humeynici Şubat Devriminin neden olduğu İran depremi, Dünyayı Sarsan On Gün Devrimi zaferinden sonra yaşanan Sovyet depreminden daha ileri gidebilirdi. Bu nedenle, bu bölge geçen yüzyılın yetmişli yıllarının sonundan bugüne kadar daha dikkat çekici olayların yaşandığı kısacık dönemlerde bile sakinleşmedi. Bakışlar göz ucuyla da olsa İrana sabitlenmiş kaldı. Yakın ve uzak başkentler, Humeyninin henüz hayatta olduğu dönemde başlayan ve daha sonraki dönemlerde devam eden İran’daki nüfuz ve güç merkezleri arasındaki  çatışmaları ve tasfiyeleri en yüksek düzeyde ihtiyatla takip etmeyi sürdürdü. İran iç güçleri şekilleniyor, ayrılıyor, birleşiyor ve zaman zaman fiziki tasfiyeler, çoğu zaman da siyasi tasfiyeler niteliğini alan savaşlara girişiyordu. Komşu ülkeler ve onlarla birlikte tüm dünya bu gelişmeleri yakından izliyordu. İran olayları ne kadar içsel ve yerel olsa da, sonuç olarak, mutlaka tüm bölgeyi etkileyecekti. Aynı zamanda, daha az ölçüde de olsa, dünyanın en büyük ve en önemli ülkelerini de. Çünkü İran, bu bölgede ve tüm dünyada merkezi ve önemli bir ülke. Devrimin ilk günlerinden itibaren ve bu devrimin gerçekliği ile yapısının bir sonucu olarak, güç merkezleri ortaya çıktı. Humeyni döneminde bu güç merkezlerinin liderleri ve sembolleri bir arada var olmak zorunda kaldılar. Devrimin tetikleyicisi Humeyni’nin ölümünden sonra İran Devriminin Dini Lideri olan Ali Hamaney’e intikal eden “merci”ye ilaveten bu merkezler; Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi, Anayasayı Koruma Konseyi, Cumhurbaşkanlığı, İran Devrim Muhafızları ve tabii ki İran ordusu ile tüm bu güç merkezlerinin yörüngelerinde dönen kuvvetler ve bloklardır. Şimdi, ülkeyi geriye çeken muhafazakarlar ile ileri doğru iten liberaller arasındaki çatışma şiddetlenirken, Cumhurbaşkanı İbrahim Reisinin temsil ettiği cumhurbaşkanlığı, tüm bu merkezler arasında en zayıfı görünüyor. En önemli güç merkezi de, Dini Lider Ali Hamaney’in yeni binyılın başında meydana gelen küresel gelişmeler doğrultusunda devrimi yeni bir aşamaya taşımaya çalışan liberallerin başında sallanan kılıcı kabul edilen Anayasayı Koruma Konseyidir. Aslında şu anda tekrarlanan soru şu; İranın halihazırda şiddetlenen çatışmaları bir arada yaşama sınırlarını aşarsa, ikincil çelişkiler birlik çerçevesinde çatışma ve ana çelişkiye baskın gelirse, bu ülke, bu bölge ve dünyada neler olabilir? Bu çatışmalar daha şiddetli bir biçim alırsa, geçici çatışmalar, siyasi ve parlamenter tartışmalar çerçevesinden çıkıp yıkıcı bir iç savaşa dönüşürse, mevcut İran, birden çok millet ve pek çok dini gruptan oluştuğu için parçalanacaktır.

مشاركة :