Son yıllarda Sudanlılar, işlenen her suçtan veya yetkililerin kendi sorumluluklarını ortadan kaldırmak istediği diğer tartışmalı olaylardan sonra ‘üçüncü taraf’ kelimesini duymaya alıştı. Cumhurbaşkanlığı Sarayı önünde gerçekleşen oturma eylemini dağıtma suçunu ‘üçüncü taraflar’, gençleri öldürüp Nile atma suçunu ‘üçüncü taraflar’ işledi. Hatta bu son savaşı bile bir ‘üçüncü bir taraf’ yönetiyor. Peki bu ‘üçüncü taraf’ hikayesi nedir? ‘Üçüncü taraf’ terimi ilk olarak Nisan 2019da eski Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir liderliğindeki ‘İslamcıların’ iktidarını deviren halk devrimi sırasında ortaya çıktı. O dönem, ‘Kuş’ lakaplı eski Sudan Ulusal İstihbarat ve Güvenlik Servisi Başkanı Salah Abdullah, aygıtını bu iğrenç suçlamadan temize çıkarmak için üçüncü bir tarafı barışçıl göstericileri öldürmekle suçlamıştı. Siviller ile ordu arasında güç paylaşımı konusunda çıkan çatışmalarda yüzlerce barış yanlısı protestocunun öldürüldüğü operasyonlarda ‘üçüncü taraf’ tabiri kullanılmaya devam etti. Söz konusu kavram el-Beşir yandaşları tarafından desteklenen Hızlı Destek Kuvvetleri’nin (HDK) ve silahlı kuvvetlerin suçlandığı ‘Cumhurbaşkanlığı Sarayı önünde gerçekleşen oturma eylemini dağıtma’ suçuyla doruğa ulaştı. Üçüncü bir taraftan söz ediliyordu, ancak ifade her defasında Beşir rejimine bağlı ‘Gölge Tugayları’na atıfta bulunarak kullanılıyordu. 25 Ekim 2021 darbesinin ardından Başbakan Abdullah Hamduk hükümetini deviren ‘ordu’ ile ‘HDK’ dışında ‘üçüncü bir taraf’ artık gizli değildi. Kendisini açıkça ilan etti ve partizan ve siyasi oluşumlar kurdu. Devrim karşıtı darbeye ve devrimcilere verdiği destek artık gizli değildi, aksine bu oluşumlar genellikle sivillerin üzerine saldırma tehdidinde bulunuyordu. Tehditlerle de yetinmeyerek gösteriler, yürüyüşler, protestolar düzenledi. Darbeciler bu kez de ‘üçüncü tarafı’ onlarca barış yanlısı göstericiyi öldürmekle suçlayarak kendilerini suçtan temize çıkardılar. Ordu ile HDK arasında devam eden savaşın patlak vermesinden hemen önce, parmaklar bu kez cesurca ‘üçüncü tarafı’ işaret ediyordu. Sivil-asker yakınlaşmasına ve Çerçeve Anlaşması’nın imzalanmasına karşı kışkırtıcı hatta tehdit edici propaganda mevzileri alevlendi. Sembol ve büyük isimler, halka anlaşmayı reddettiklerini duyurmak, anlaşmayı bozmakla tehdit etmek ve orduyu anlaşmadan geri adım atmaya zorlamak için sokağa çıktılar. Savaşın başlamasından günler önce, radikal İslamcı Ammar es-Sacid, vatandaşları ellerinden geldiğince Hartumu terk etmeye çağıran bir tweet attı. Sonra bir dizi başka İslamcı lider ortaya çıktı ve HDK’ye karşı büyük kışkırtma kampanyaları başlattılar. Açıkça, liderlerinin barış sürecini desteklediğini ve ordunun siyasetten çekildiğini açıklayan ‘milislerin’ (HDK) ortadan kaldırılması çağrısında bulundular. Bu da darbede elde ettikleri imtiyazları kaybetmek demekti. HDK, İslamcıların yönetimi sırasında Sudan ordusuna yardımcı bir güç olarak kurulmuş ve ilk olarak Güvenlik ve İstihbarat Teşkilatına, ardından doğrudan Sudan Ordusu Başkomutanlığı’na bağlanmıştır. Ancak devrim sırasında liderliği tarafından yapılan değerlendirmeler sonucunda, düşüşüne sebep olan İslami rejimi desteklemeyi bırakma kararı aldı ve lideri, Askeri Geçiş Konseyi Başkan Yardımcılığı, ardından Egemenlik Konseyi Başkan Yardımcılığı görevini üstlendi. Geçiş dönemi boyunca, iki güç tam bir koordinasyon içinde çalışmaya devam etti. HDK Komutanı Muhammed Hamdan Dakluya (Hamideti) Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri’nin (ÖDBG) koalisyonu ile silahlı kuvvetler adına müzakere etmek gibi son derece tehlikeli görevler verildi. Hamideti ayrıca Sudan Hükümeti adına silahlı hareketlerle müzakereler yapmak, Cuba Barış Anlaşmasını imzalamak ve hatta ülke ekonomisini iyileştirmekle görevli Ekonomi Komitesine başkanlık etmek gibi görevlerin sorumluluğunu da üstlendi. Ordu ile HDK arasındaki ilişkinin baharında, Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Abdulfettah el-Burhan, HDK’nin genişlemesine müsaade etti. Resmi olmayan tahminlere göre, sayıları yaklaşık 30 binden 100 binin üzerine çıktı. Ayrıca, onu gerçek bir güç yapan altın ve diğer madenlere yaptığı yatırımlara ek olarak, güçleri için ileri karakol olarak kullanılmak üzere feshedilen Ulusal Kongre Partisinin gayrimenkullerinin de aslan payına el koymasına izin verdi. Ancak, liderlerinin ülkedeki birinci adamın konumunu kontrol etme ve diğerini dışlama veya en azından ‘rolünü marjinalleştirme’ konusundaki artan hırsları nedeniyle iki güç arasındaki ‘balayı’ kısa sürdü. Bu süreç, Burhanın çatışmadaki siyasi destekçisi olarak ‘eski müttefikinden’, eski rejimin İslamcı destekçilerinden yardım istemekle suçlandığı Ekim darbesinden günler sonra yaşandı. Cumhurbaşkanlığı Sarayı önünde oturma eylemine liderlik eden siyasi ekibinin kendisine popüler bir siyasi referans sağlayamaması üzerine Hamideti ile onu bir hain olarak görmeye başlayan İslamcılar arasındaki düşmanlık arttı. İki güç arasında savaş çıkınca saflar bölündü ve İslamcılar ile Beşir rejimi yanlıları, ‘Sudan ordusu ülkenin egemenliğini temsil ediyor’ bahanesiyle HDK’ye karşı açıkça tavır aldı. Sadece HDK’den yana olanlara değil, ‘savaşın durdurulması’ çağrısında bulunan herkese karşı sindirme ve ihanet kampanyaları başlattılar. Artık anonim bir ‘üçüncü taraf’ değillerdi. Zira savaşta ordunun safına açıkça katıldılar. HDK Komutanı da geçen hafta Al Arabiya kanalında yer alan açıklamalarında savaşa ordunun değil İslamcıların önderlik ettiğini ifade etti. Ordunun mevcut liderliğini hareket ettirenlerin İslamcılar olduğuna işaret ederek “Görüneni değil, onu hareket ettirenleri müzakere edeceğiz” dedi. Hamideti, darbeden bu yana kaçan İslami Hareket Genel Sekreteri Ali Kartinin ve İslamcı lider Usame Abdullahın, savaşın başlamasından bu yana değil, kurtarıcıların hükümetin kontrolünü ele geçirmesinden bu yana ordunun gerçek liderleri olduklarını belirtti. Sivil güçleri temsil eden ÖDBG ve Çerçeve Anlaşması’nı imzalayan güçler, ordudaki İslamcı dedikleri kişileri savaşın başlamasının ve devam etmesinin arkasında olmakla suçluyorlar. Sudandaki siyasi süreç sözcüsü Halid Ömer Yusuf, siyasi süreci kendileri için bir tehdit olarak gördüklerinden “mevcut çatışmayı körükleyenlerin eski rejimin destekçileri olduğunu” söyledi. Ordu Komutanı Abdulfettah el-Burhan, aynı uydu kanalına (Al Arabiya) yaptığı açıklamada, İslamcıların ve Beşir rejimi yanlılarının desteğini inkâr edemedi. Suçlamayı kişisel olarak reddetmekle yetinen Burhan, “Hamideti benim İslamcı olmadığımı biliyor. Benim onlarla hiçbir ilişkim yok. Bunlar onun uydurduğu yalanlar” dedi. Ancak Sudan sosyal medyasında ve medya platformlarında dolaşan en kuvvetli görüş, psikolojik savaşa en azından ordu lehine öncülük edenlerin ‘Beşir yandaşları’ olduğu yönünde. Ayrıca, ordunun savaşı durdurmaya razı olması ve HDK ile müzakere etmeye karar vermesi durumunda Beşir yandaşlarının ordunun askeri liderliğini devirmekle tehdit ettiği konuşuluyor. İslami liderler tarafından ortaya atılan ancak geçerliliği doğrulanamayan tehditler geniş çapta yayılıyor. Söz konusu tehditler, savaşı durdurmayı reddeden İslamcıların somut duruşuyla ya da HDK ile yapılan ateşkes ve kuvvetlerini son HDK askerlerinin tasfiyesine kadar ordunun yanında savaşa hazırladıklarını açıkça ilan etmeleri ile de tutarlıdır. Ordunun baskıya boyun eğmesi durumunda, kendilerini temsil eden ve ‘üçüncü tarafın’ çıkarlarını koruyan yeni bir liderlik getirmek için orduya karşı dönebilirler.
مشاركة :